30 Nisan 2011

Göremezsiniz..

CV'si oldukça avantajlı, diploması parlak bir genç hanım, e-maille başvurusunu kabul eden ünlü bir firmanın CEO'su ile ertesi gün planlanan ön görüşme üzerine konuşmaktadır.

Genç hanım yine de yöneticinin ertesi gün şok olmaması için bir yoklama yapar.
Telefonda sorar: Kıyafet konusunda bir şartınız var mı? 

Niyeti, ertesi gün karşısında başörtülü birini gördüğünde şaşıracak CEO'yu az da olsa tatsız sürprize hazırlamaktır.

CEO, beklenmedik bu soru karşısında biraz duraksasa da, soruyla karşılık verir:
Acaba mini etek giyer misiniz? 

Genç hanımın cevabı nettir: "Tabii ki, giyerim... Ama siz göremezsiniz"

                                                                                                    

                                                                                                            *senaidemirci.netten iktibastır.. 



28 Nisan 2011




Hayatımda ilk kez birisi bana 'kendine çok dikkat et' dedi sadece. 
Anlamış onun kalbini taşıdığımı herhalde.
Cemal Süreya

25 Nisan 2011

Yaşamayı unutarak yaşıyoruz..



Gözlerimizin içine içine bakan hayatın neresindeyiz çok zaman?

Size, gözlerini (yerinden) oynatırcasına bakan bir çocuğa bakmadan bir adım atabilir misiniz!
Kaç çocuk bakışı her an bir köşebaşından sana. 
Her an kaç aşk bakışıyla bakar yaşamak sana...
Bunu bir söyleyen olmadı mı Allah aşkına?
Nefeslerin söylemiştir de; duymamışsındır. 
Duymamışsındır; günün gecenin selamını.
Oldu mu şimdi!
İşin ne senin öyle koşturuyorsun da...
Ne çocukların gözyaşını silmeye gücü yetiyor yaptığın işler, ne de bir annenin feryadını dindirmeye... 

"Yaşamak nedir?" diye sorduğun oldu mu kendiciğine?
Bir daha, bir daha, yeniden, kaç defa?
Yoksa "sen" aldığın nefeslerin, dallarda şen şakrak kuşların, alnına sıvanan rüzgârların farkında falan değil misin?
Bir yalan, bir inkar, bir inat, bir olmaz murat için/de koşuyor olmayasın! 
... Ve ah ki... vah!
Gündelik işlerin...
Seni delik deşik eden manşetlerin şehvetinden başını çeviremeyişin hayra alâmet değil...
Adalet de değil bu. Sözlerini "geveze" ettiğin yetmediği gibi... 
Bakışlarını da... Adımlarını da... Duyuşlarını da... "geveze" etmişsin; iyi etmemişsin...
İstersen "bir bilene" sor...
Bir bileni bulman için de s/ana "kılavuz" gerek...
Öf, yordun beni!  

Bu ne gürültü böyle! Kanser mi oldu âlem!
Yalanla doğrular bu kadar karışmış mıydı?
Ekmekler bu kadar tatsız olmamıştı belki.
Bu kadar suni/yapay/yapmacık/gayr-ı fıtrî...
bir zamanın şahidi olmak da varmış! Varmış işte!
Hayatımızın bunca rol; rolümüzün bunca hayat oluşu...
Perdeli/nerdeli...
Ve en can alıcı yanlarımızın rendelene rendelene...
Ve "yine" bir cümleyi bitir(e)meden...
Hayatımızın cümlesini kur(a)madan çalarsa kapı/m diye... ...
Korkuyor, korkuyorum. 

Bunlar bir karamsarlık fotoğrafı olsun diye değil; adını koymak adına...
Bir hayal olsa/ydı gördüklerim... 
Bu nezaketsizliği, hissizliği, arsızlığı, yarsızlığı bunca sahipleniş neyin nesi?!...

İnsana nefes başı insanlık yaraşır...

Adım başına lazım şeylerin ne/ler olduğunu koynumuzda gezdiriyor muyuz? 
Bize yaraşan şeylerin mi... yoksa nelerin yarışındayız?
Yoksa dem be dem ağlarız; dem bu demin her an taptaze demlenmiş gelen mevsimlerin, hayatın merhabasını duymaz isek... 
Her an: "Ne oluyoruz?!..." diye yüreğimiz elimizde... 
Patlayacak bombaların "patlamadan" ölüsü oluruz...

En iyisi "yaşamayı" unutmadan yaşamak...
Kaldır başını! Bak gökyüzü, bulutlar, güneş, yıldızlar...
Belki ihtiyacın var!
Ha bitti bitecek bir hayatın var...
Git, bir çiçeği kokla!
Pencerene gelen kumrulara buğdayın, merhametin yok mu?
"İnsan" olduğunu nerelerde hatırlıyorsun en çok? 
Bir çetele tut!
Bir dânen var mı toprağına usulca bırakacağın?
Ne bir besten var ne de ziyaret edeceğin bir hastan...
Öf, yoruyorsun beni ve kendini; haberin yok!

Aynaya bak! Gözlerin yuvalarından çıkmış!
Çok da malın mülkün var. Dağıt da bunları; hafifle!

Ellerini ve kalbini elden/gözden geçir!

Hayatı kokla!

Sık sık çal kalbinin kapısını...

...orda mı?



Ali Hakkoymaz

23 Nisan 2011

Sen bana tövbe ol..





Ben sana pişmanlıklarımı anlatayım,sen yargılamadan teselli et..
Gözlerimi kaçırayım gözlerinden,utanayım..
Ellerinle tut yüzümü,gözlerini gözlerime çevir..
Soluklarını hissedeyim yüzümde..
Sesin dua olsun,yüzüme üfle..
Sen bana yol ol,bütün tuzaklardan emin olayım..
Sen bana sabah ol,bütün karanlıklardan emin olayım..
Sen bana tövbe ol..

-Tarık Tufan-



21 Nisan 2011

Mim mim minicik :)

Es selam Seyr-ü Sefam..
Necesen..?

Ben yine Bakü gibiyim :)
Güneşli bir o kadar da rüzgarlı..
Haddinden fazla stresli bir gün geçirdim..
Beynim de, bedenim de yoruldu..
Artık içimdeki ses de, bedenimdeki yorgunlukta akşam olsun uyusun istiyorum..


Kafam dağılsın diye pc yi açtığımda yenicik minicik bir mimcik daha gördüm sanki :)
-Çok şükür minnacık şeylerden sevinebiliyorum hala..-
Sevgili selinkamın bekleyen bir mimi vardı tevafuk bu gün vesselam kardeşçimden de bir tane gelmiş çok da güzel olmuş..
Bu gün cevap günü..
Anneler hani pastalı-börekli kabul günü yaparlar ya onun gibi oldu cevap günü :)
Pastam böreğim yok ama idare edin e mi bir özür bin muhabbetle :)

1. Selinkamın mimi;


Şuan kendi ruh halinizi anlatan, bir ezginin melodisiyle yada bir şiirin satırlarıyla yada bir veciz sözle yadaaa bir resimle aktarınız seçim sizin hangisini istiyorsanız :)

Dinlerken beni cidden dinlendiren en sevdiğim melodi; Serdar Öztop / Sükût

 

2. Vesselam kardeşçiğimin mimi;

Mim Sorumuz; Duyularımıza İthafen ?

En Sevdiğin 3 Görsel; Gül, Ravza ve Kalp resimleri..
En Sevdiğin 3 Ses; Hasret kaldığım ezan sesi, Sevdiceğin sesi ve Dalga sesi..
En Sevdiğin 3 Tat; Bütün çikolatacıklar, tatlıcıklar ve şekercikler :)
En Sevdiğin 3 Koku; Gül kokusu, Anne kokusu ve Yavrucak kokusu..
En Sevdiğin 3 His; İman ,Güven ve Sonsuz muhabbet hissi..


Çok teşekkürler :)
Yüzümü güldürdünüz, yüzünüz hep hep hep gülsün..

Ben de bütün misafirleri davet ediyorum minicik minnacık mimimize :)


Selametle..

20 Nisan 2011

Peygamber efendimiz s.a.v'in Miladi takvime göre kainatı şereflendirişi..


“Andolsun ki size kendinizden bir peygamber gelmiştir.  
Sizin sıkıntıya uğramanız kendisine çok ağır gelir, sizin üzerinize/size çok düşkündür.
Mü’minlere Raûf ve Rahîm’dir.”
 (Tevbe Suresi, âyet: 128)






....Ne Gözden Iraksın , Ne Gönülden Uzaksın....
 

Ey uzaklarda zannedilen, Mekke’de, Medine’de aranan Şanlı Nebî.
Adınla ve hayatınla gönlümüzde yaşıyorsun.

Yâ ResulALLAH, adını anmadığım zaman uzak, çok uzak çöllerde tek başına kalmış bir yolcu gibi şaşkın ve biçareyim.
Ümidini yitirmiş bir divaneyim.
 İnsanların çektiği sıkıntıların nedenini anlayabiliyorum.
 Senden uzak olmak, güneşten mahrum kalmak demek, ışıksız yaşamak demek.
Senin nurun kâinatı aydınlatıyor, gönülleri ışıldatıyor.

Usul usul girdin hayatıma, güneş gibi kırmadan, incitmeden yâ ResulALLAH.
 Yer ettin gönlümde ebediyen.

Ey şefkatli Resul, bir Sen varsın yakınımız, yeryüzündeki rahmetinin tecellisi olan Rabbimizin.
Biz kendimizden bile habersizken, bizi düşünen o incelerden ince, gözü yaşlı dualarla bizim için atan kalbin şimdi bize emanet. Makam-ı Mahmud’un adına, Rabbimizin katındaki o yüce merteben hürmetine, rahmetinle yıka içimizi.
Tertemiz et bizi. Terkedilmişler, bir kenara itilmişler, öksüzler, yetimler, binbir dertle inleyenler adına ne olur yetiş imdadımıza.

Seninle çoğalmayan, gösterdiğin pencereden bakmayan gözler ışığı göremiyor.
İçimizdeki şefkat ateşini yakıyor, yandırıyor o zaman.
Bir damlayı ummanına kat. Coşkun bir deniz olup çağlayayım Ebubekir gibi.
Bütün insanlar adına cehennemin içinde bile yanmaya razı olabilelim o kahramanlar gibi.
Cehennemden betermiş şefkat ateşi.
Onu Söndürecek Sensin, Marifetullahtır ancak.
Yetiş imdadımıza ey Resul, yetiş.

Yanan kalbe devasın Sen
Bulunmaz bir şifasın Sen
Habib-i Kibriya’sın Sen
Muhammed Mustafa’sın Sen...

Yâ ResulALLAH! Yanmak mukaddes bir gaye uğruna, gösterdiğin yolda yanmak, tutuşmak güzelmiş meğer.

Su Sende, şifa Sende, serinlik, ferahlık Sende.
Adını bir kerecik olsun anınca sönüyor yüreğimizdeki ateş, diniyor sızılar yâ ResulALLAH.

Kim demişse demiş ama biz demedik;
“Gözden ırak olan gönülden de olurmuş” diye.

Bu söz kim için, hangi zaman ve hangi mekânda söylenmiş olursa olsun asla doğru diyemiyorum.
Senin için ise büsbütün yalan yâ ResulALLAH.
 Senin için yalan Sevgilim.
Biz Seni unutmadık ya ResulALLAH.
Sen bize içimize çektiğimiz bir nefes hava kadar yakınsın.
 Farkında değiliz, dört bir yanı kuşatan ışığının.
O uçsuz bucaksız rahmetinin farkında değiliz.
Rabbim Senin elinle, dilinle uzatmış rahmetini bize.
124 bin peygamber arasından, Sana ümmet etmiş bizi.
Bu şeref yeter bize, yeter de artar ya ResulALLAH.


Biz Seni hiç unutmadık..
Sen gönül tahtımızın tek sultanısın..
Ne gözden ırak, ne de gönülden uzaksın yâ ResulALLAH.. 

Selim Gündüzalp

...




Kutlu doğum günümüzü tebrik ediyorum..
Peygamberi bir ömür ifa etmenizi/mizi diliyorum..
Selametle..



18 Nisan 2011

Nefsimden başlarım..




Madem nefsim emmaredir.
Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.
Öyle ise nefsimden başlarım.

Sözler




                                                                                                        *Her şey güzel olacak inşAllah..
                                                                                                                                     Selametle..



 

13 Nisan 2011

'İyi bil[elim] ki, ALLAH'ın Elçisi ara[m]ızda.'



Bu yazının başlığındaki haber yeni. Sanmayın ki eski. Sanmayın ki, eskidi. Hemen şimdi ve buranın gerçeği. Bu sırrı anladığımızda da, artık hep aramızda olacak ALLAH'ın Elçisi [asm]. "Bundan böyle aramızda ALLAH Resulü olacak!" Heyecan uyandırmalı bizde bu haber ama nasıl? Tatlı bir bahar heyecanı gibi gül kokularına boğmalı her yanımızı. Evimize odamıza, şehrimize yöremize bir Medine havası  sunmalı... Hicretin vuslat ucunda, elleri göğsünde, heyecanlı çocuklar gibi, neşeli şarkılar söyleyen delikanlılar gibi bizi bir Muhammedî beklenti içine sokmalı. Üzerimize ay doğmalı... Ama nasıl?

Hucûrat Suresi'nin Yedinci Ayetinin bu cümlesi diri ve diriltici Kur'ân'ın içinde hâlâ daha nefes alıp veriyor, hayatlarımıza nabız pompalayan bir kalp olarak kasılıp gevşiyor. "V'alemû enne fîkum ResulALLAH" Mealen: "Bilin ki, aranızda ALLAH Resulü var."

Hucûrat Sûresi'nde hemen verilmiyor bu haber. Yedinci ayet gelene kadar "iman edenler" hazırlanıyor. ALLAH Resûlü'nü aralarında görecekleri bir bakış kazanmaları için adım adım eğitiliyorlar. Biz de bu vesileyle kalbimizi değdirelim Hucûrat'ın ayetlerine ki, ALLAH'ın Elçisini ağırlayacak o duruşu edinelim, dünyalarımızın başköşesinde Elçi'yi bir yer ayıralım.

Hucûrat, 1:  Siz ey iman edenler, ALLAH'ın ve Elçisi'nin önüne kendinizi koymayın, ALLAH'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Çünkü ALLAH, kuşkusuz her şeyi işiten, her şeyi bilendir.

"Ey iman edenler" diye başlayan ayetler, "iman etme"nin şartlarını ortaya koyar. Buna göre, iman etmek, ALLAH ve Elçisi'nin önüne kendimizi geçirmemektir. Yani, kendimizi, kendi bildiğimizi, kendi hevesimizi, kendi çıkarımızı,  ALLAH'ın ve Elçisi'nin bildiğinin, bildirdiğinin, emrettiğinin, yap dediğinin, yaptığının, önüne koymayacağız. "iman etmek" ALLAH'ı ve Elçisi'ni kendi önüne koymaktır. Ya da ALLAH'ı önceleyen Elçisi'ni hayatımızın önceliği haline getirmektir. İşte o zaman, "takva" gerçekleşmiş olur. Yani "ALLAH'la yaşama" duyarlılığı kazanırız. ALLAH'la yaşamanın yolu ise, Elçisi'nin izini izlemektir; adımlarımızı O'nun adımlarına ayar etmektir. Ayet "İşitir ve Bilir" esmâlarıyla mühürlendiğine göre, "iman etmek", "ALLAH'a göre yaşamak" ise, "ALLAH'ın işitmesine göre konuşmak" ve "ALLAH'ın bilmesine göre yaşamak" olmalıdır. ALLAH işitmesine göre konuşmak şu anımızın duyarlılığıdır. ALLAH'ın bilmesine göre davranmak, "şimdi burada" olan herkesin sorumluluğudur.

Demek ki, ALLAH'ın Elçisi, önüne geçmeyeceğimiz kadar önümüzdedir, diridir, dirilticidir. ALLAH'ın Elçisi, ALLAH'ı önüne ve önümüze koyduğu için en acil önceliğimizdir.

Hucûrat, 2: Siz ey iman edenler, sesinizi Peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla konuşmayın, yoksa bütün amelleriniz, siz farkında olmadan boşa gitmiş olur.

Hiç de sürpriz değildir Semi', yani "İşiten" ALLAH'la tanıştırılmamızın ardından, bir "ses kontrolü"ne çağırılmamız. Eğer bu uyarıyı, ağır işitmesi nedeniyle Nebi'nin önünde ister istemez yüksek sesle konuştuğu için kendini bu ayetin gelişiyle eve hapseden bir sahabe gibi "indiği ortamın bir gerçeği" ve "teknik bir ölçü" olarak algılıyorsak, Nebi'nin [asm] durumu fark edip o sahabeye yaptığı uyarıyı hepimiz hak ederiz. Özetle, "konu bu değildir" demeye getirmiştir Nebi [asm]. Sesini Peygamberin sesinden fazla yükseltmemek, Peygamberin konuşmadığı yerde konuşmamak, sus dediği yerde susmak anlamına gelir. Peygamberin gıybet endişesiyle sustuğu yerde gıybet etmeyi sürdüren sesini Peygamberin sesinden daha fazla yükseltir. Söz yalan olacaksa susmamızı emreden ve hep susmuş bir Nebi'nin bu sünneti varken, yalan ve boş söz konuşmaya devam eden, sesini Nebi'nin sesini bastıracak denli yükseltmektedir. Aynı şekilde Nebi'nin konuştuğu yerde susan bile, sesini çıkarmasa bile sesini Nebi'nin sesinin üstüne çıkarmış olabilir.

"Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi O'nunla konuşmayın" uyarısı ise, bana öyle geliyor ki, ses kontrolünün "karşı açısı"nı belirler, yani dinlemeyi: Nebi'nin işitmesini istemediğiniz sözlerle seslenmeyin birbirinize. Nebi'nin işitmek istemediği, işitmenizi istemediği sözleri dinletmeyin birbirinize. Yoksa, Nebi'yi "takma"dığınız için, üstelik takmadığınızın bile farkında olmadan amellerinizi heba edersiniz, boşa çıkarırsınız. Çünkü Nebi'nin ardı sıra, adımlarını izleyerek yürümektir amellerimizi sahih ve sahici eyleyen.

Nebi, sesimizi kendisine göre sürekli ayar etmemizi gerektirecek denli dudağımıza yakın, kulağımıza yakındır. Sözümüze kulak kesilecek kadar sıcacık bir Nebi. Kulak verdiğimizi dert edinecek denli şimdi ve buradadır Nebi.

Hucûrat, 3: Bakın, ALLAH'ın Elçisi'nin huzurunda seslerini kısanlar var ya, işte onlar kalpleri, kendisine karşı sorumluluk bilinci ile [doldurularak] ALLAH tarafından sınananlardır; onlar için bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.

İşte bize, susarak da "ALLAH'ı zikretme"nin kapısı aralanıyor. Seslerini ALLAH'ın Elçisi'nin hatırı için kısanlar, kalplerinin kapısını ALLAH'a açarlar. ALLAH'ın Elçisi'nin hatırını kırmamak için ağızlarını boş söz ve yalanla doldurmayanların kalbine ALLAH kendi varlığını dokundurur, kendi yakınlığını doldurur. Sözünü Nebi'nin hatırı için kesenlerin susmaları, kalplerini konuşturur, kalplerine söz verir. Hz. Ali [ra] hatırlattığı gibi, "Onların kalbi dillerinin önündedir; dili kalplerinin önünde değildir."  Kalbi dilinin önünde olan kalbine sormadan konuşmaz. Dili kalbinin önünde olan ise hep konuşur, hep konuşur ama kalbine danışmaz. Dilini geri çekip kalbini öne koyanlar Nebi'nin hatırını kendi heveslerinden önde tuttukları için mağfiret ve ecirle, bağışlanma ve büyük bir mükâfatla karşılanırlar.

Nebi, hatırına susulacak kadar huzurumuzdadır. Sesimizi yanında kısacak kadar yakınımızdadır. Nefesimizin hemen yanı başında; hecelerimizin hemen arasında durur Nebi'nin hatırı.

Hucûrat, 4: Gerçek şu ki [ey Peygamber,] seni evinin dışından çağıranlar var ya, işte onların çoğu akıllarını kullanmazlar.

Peygamber, bizim olduğumuz yere gelmek zorunda değildir. Bizim geldiğimiz yerde olmak zorunda değildir. Kendi konumuzu değiştirmeyi akla getirmeden, Peygamberin bize göre konumunu değiştirmesini beklemek aklı kullanmamaktır. Kendi duruşumuzu doğrultmadan, Peygamberin bizim duruşumuza göre eğilmesini beklemek akılsızlıktır. Pozisyon değişikliğini O bizden istiyor, biz O'ndan isteyemeyiz." O'nun evi"ne doğru yürüyecek olan biziz; O'nu evinden çıkartıp bize doğru yürümesini beklemek edepsizliktir. "O'nun evi" ise O'nun sünnetidir, yaşama biçimidir. O'nun evine gitmek için Mekke ve Medine'ye gitmeyi beklemek mi gerekiyor? İstanbul'da da, Kayseri'de de, Münih'te de, New York'ta da "O'nun evi" var. O'nun yaşama seçeneği her yerde karşımızda, her an sınavımız değil mi? Böyle olunca, Mekke'de "Efendimizin doğduğu ev"in kapısında olsan bile, "Müslümanlık bizdeymiş!" edası takınıyorsan,  kendi evinde, kendi alışkanlıklarının odalarında kılını kıpırdatmadan oturuyorsun. Efendimizin Mescidi'ni ziyaret edenlerden olsan bile, kardeşin için yanı başında bir tutam yer ayırmayacak denli  bencilsen, kendi hevesinin salonlarında yan gelip yatıyorsun. Ezan okunduğunda istifini bozmuyorsan, O'nu kendi evine çağırıyorsun demektir. Nezaket gerektiğinde, nezaketin yanında olmayı göze alamayıp, kabalığı ve öfkeyi, dışlamayı ve küçümsemeyi tercih ediyorsan, O'nun evine gitmeye niyetin yok demektir. Yetimin öksüzün yanında olmaktansa konforunu bozmamayı seçiyorsan, O'nu evine çağırma akılsızlığı yapıyorsun. "Arab'ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur" diye seslenen Nebi'nin sözünü, "Türk'ün Türk olmayana üstünlüğü yoktur" şeklinde anlamanı istediğimde karnına ağrılar giriyorsa, "iyi ama..."larla kıvırtmaya başlıyorsan, Elçi'nin yanına gitmen gerekirken, Elçi'yi "Hey, Muhammed..." diye yanına çağıran bedevilerin ahmaklığını sen sürdürüyorsun demektir. Nebi'nin evinde hanımları "tesettür"ü benimsemiş, tesettürle yaşamayı hayat ölçüleri haline getirmişken ve sen de bunu biliyorken, "ama şimdiki örfler başka!"larla, "aslında orada kastedilen başörtüsü değil ki..."lerle, kendine ayrı bir yaşama biçimi biçmeye kalkıyorsan, hiç olmazsa, "ben bu kurala uyamıyorum ey Nebi!" diyerek , özür dileyerek edebinle oturmak varken, "kuralı Sen değil, ben koyarım!"dercesine ukalalık edersen, Nebi'yi kendi odalarına çağıranların akılsızlığı senin başında da var demektir.

Burada olan herkes için "orada mıyım, yoksa burada mıyım?" sorusunu sorduracak kadar "burada"dır ALLAH'ın Elçisi.

Hucûrat, 5: Çünkü, sen [kendi isteğinle] onların yanına gelinceye kadar sabred(ip bekle)selerdi, kendi lehlerine olurdu. Ama ALLAH yine de çok bağışlayıcıdır, bir rahmet kaynağıdır.

Uzak olsak bile Nebi'den, yakınlaşamasak bile O'nun sünnetine, O'nun "üzerimize titreyen" şefkatini ve merhametini, anlayışını ve kucaklayıcılığını hak edecek bir mahcubiyet içinde kalmalıyız. Kurala uyamamak bir hatadır, eksikliktir, kusurdur ama uyamadığımız kuralın yerine kendi kuralımızı koymaya çalışmak, o kusurdan daha büyük bir kusurdur.  Değil mi ki, "Sünnete ittibâ etmeyen, tembellik ederse hasâret-i azîme, ehemmiyetsiz görürse cinayet-i azîme, tekzibini işmam eden tenkit ise dalâlet-i azîmedir."  Yani ki, Elçi'ye uymakta tembellik ettiği için büyük bir kayıp içinde olan, tembelliğini aklamak için Elçi'ye uymayı önemsiz görmeye başlarsa, büyük kaybını büyük cinayete dönüştürür. Önemsiz görerek işlediği cinayetinin üzerini örtmek için bir de Elçi'ye uymayı gereksiz görürse ve hatta "öyle de olmaz ki..."lerle kendi hevesini ALLAH ve Elçisi'nin iradesinin önüne koyarsa, büyük cinayetinden büyük bir dalalet üretmiş olur. Öyleyse, tembellik etsen de sünneti önemsemeyi sürdür ki, ALLAH'ın Elçisi yanına gelsin de elinden tutsun. Önemsemiyor olsan bile, bari yok sayıp, yok olsun dercesine inkâr etme de ALLAH'ın Elçisi yanına gelsin, kalbinden tutsun, diriltsin seni. Ama yok sayarsan, "ben bilirim O bilmez de[meye getiri]rsen, kapıyı hepten kapatmış olursun.

Tüm hatalarımıza rağmen, "yanımıza gelir mi acaba?" deme hakkımızı yitirmeyeceğimiz kadar re'fetiyle ve merhametiyle şimdi ve burada beklentimiz ve ümidimizdir Nebi. Ümit hep tazedir, hep yenidir, hep canlıdır. Başımıza konmuş kuş gibi kaçmasın diyecek kadar ürkektir ümit...

Hucûrat, 6: Siz ey iman edenler, yoldan çıkmışın biri size bir haber getirirse, muhakemenizi kullanın; yoksa istemeden insanları incitir ve sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.

Kulak kabarttığımız, yolunu gözlediğimiz her "haber", Nebi'nin getirdiği "haber"e vurulmalıdır, O'nun haberinin terazisinde tartılmalıdır, O'nun ölçüsünce yoğrulmalıdır. Tüm iletişim kanallarında, tüm etkileşim yollarında bir "filtre"dir bu âyet. Gelen haberin "yalan" olması da gerekmez. Haber "doğru" da olsa, yoldan çıkarmak için, yoldan çıkmış bir tarzla, "fasıkça" ulaştırılabilir. Gıybet gibi... Söylediğimiz ayet bile olsa, gerilimli bir tartışmanın ortasında kendi haklılığımız için insafsız bir kalkana dönüştürebiliriz onu. Dile getirdiğimiz apaçık gerçek bile olsa,  rakibimizi ezmek adına tarafgirlik mızrağımızın ucuna astığımız Kur'ân sayfaları gibi kendimize yamıyor olabiliriz gerçeği.

İnsanları istemeden incitmek ve sonra yüzleşmeye cesaret edemeden, özür bile dileyemeden içimizde sıcacık bir köz gibi yanıp duran bir pişmanlık üretip üretmemek kadar "şimdiki ve buradaki" meselemizdir Nebi'nin bu "haberi". Örneğin, "verdiğinizde azalır" şeklindeki Malthus hesaplarını, "verirseniz size daha çok verilir" şeklindeki ısrarlı Kur'ân haberlerinden daha çok ciddiye alıyorsak, biz Nebi'den çok Dow Jones endeksini izliyoruz demektir. Hesaplar "doğru" olsa bile kulluğumuzu eğrilebilir, nimete bakışımız yamulabilir, ALLAH'la ilişkimizi bozabilir.  Belki de, ALLAH'ı hesaba katmayan bir hesabı hesaba katanlardan oluruz. Bilmeden fakiri fukarayı, yetimi öksüzü, yolda kalmışı, muhtacı, akrabamızı incitmiş oluruz ve sonunda fayda vermeyen ebedî pişmanlıkla pişman oluruz.

Cümlelerimizin noktasının başında duracak kadar hayatımızın içinde ALLAH'ın Elçisi demek ki... "Versek fakirleşiriz mi yoksa!" tereddüdünün hemen yanı başında bekleyecek kadar sıcacıktır ALLAH'ın Elçisi'nin tebessümü. Hak olduğu halde ağzımızdan nefretle ve taraftarlıkla çıktığı için haksızlaşabilecek sözleri hemen tartacak hassas ve hazır bir terazidir ALLAH'ın Elçisi'nin içimizdeki varlığı. "Ama haklıyım!" perdesinin altındakileri bile görüp gösterecek kadar canlı bir bakıştır içimizde ALLAH'ın Elçisinin haberi. Kendi haklılığımızda bile kendimizi hesaba çekecek kadar ince ve keskin bir duyarlılık yükler bize ALLAH'ın Elçisi. Sözüm ona helâk olmamak için elimizde tuttuklarımızın aslında kendimizi kendi ellerimizle helâke ittiğini kavrayamayacak denli ağır uykumuzdan bizi dürtecek kadar diri ve dirilticidir ALLAH Resulü'nün içimizdeki yeri. Biz kendimizi unutsak bile O bize kendimizi unutturmayacak kadar yakınımızdadır Nebi. O kadar aramızda, o kadar içimizde, o kadar içimizin içindedir ALLAH'ın Elçisi.


Öyleyse, bilin ki, ALLAH'ın Elçisi aranızdadır...
[Hucûrat, 7]

Öyle değil mi?



Senai Demirci

11 Nisan 2011

Protesto ediyorum beni..!

Ewet protesto gündem maddemiz ben..!

Bu günlerde kalbim ve beynim hata mesajı veriyor..
"Çok bunaldık..
Çok sıkıldık..
Çok karardık..
Bizi resetle ve bir güzel fabrika ayarlarımıza geri döndür..
Zira bu dünyanın aldatmacasına, şeytanın vesveselerine dayanamaz olduk imdat!" diyorlar ya da buna yakın bir şerh düşüyorlar ruhuma..

Ewet tam anlamıyla kalbim, ruhum mengenede sıkışmış gibi..
Dünyanın alı pulu, nefsimin türlü mağlubiyetleri, yolda kalmışlıklarım hepsi hepsi bir bir dikiliyor önüme..

Her defasında bir kapı daha kapatıyor, bir kilit daha vuruyorum üzerlerine bıkmışcasına ve kaçarak nereye kaçtığını bile bilemeden..

...
..
.

Yitirdim huzuru, masumiyeti, rızayı ve ötelere sevdayı..
Bittim Ya Rabb..

Her bitene, her yitene yeten Rabbim,
Seyr-ü sefana da yet..
Onu bu karanlıklardan al aydınlıklara kat..

Amin Amin Amin..

9 Nisan 2011

Duam.. / Eda Cezayirli

                 Duam...


Ya Rabbi,
Çaresiz olduğum için değil, derdimin çaresinin ancak SEN olduğunu bildiğim için geldim kapına.
Tüm kapılar üzerime kapandı diye değil, bütün kapıları açacak anahtarın ancak Sen olduğunu bildiğim için, dualarımı da harmanlayıp gözyaşlarımla, Sana doğru çıktığım o yolda bir tek gönlümü aldım yanıma ve onunla dayandım kapına...

Ya Rabbi SEN'den bir şey isteyemem ki her şey bu kadar SEN iken. Cennetin bile istemez gönlüm SENle cenneti yaşar iken. Korkmam cehennem ateşinden de o da aşkınla sönerken.....
Aşkınla söndü Allah'ım... Ben Aşkınla söndüm. Aşkınla söndürdüm nefsimi, kinimi, beni yakan, yakacak olan her ne varsa her şeyi. Aşkınla kül ettim ve artık beni cehennem bile Aşkın gibi yakamayacak.

Bilmeyi bilmeden, kendimi bilmeden daha, Kendini bildiren SENsin bana. Ruhuma üfledin ruhundan, aşkını üfledin bana. Şekil verdin şekle sığmayan o sonsuz güzelliğinle ve kalbimi verdin bana. Evet KALBİMİ....Yeter dedin...Bu kuluma yalnız bu kalbi yeter.Onunla yürüyecek, onunla koşacak,onunla konuşacak ve hatta onunla görecek ve bu kalp öyle bir kalptir ki O kalpte yalnız ben olacağım, benden başka hiçbir şeye orda yer kalmayacak. ...

Varlığında yok olduğum, varlığında kaybolduğum, varlığında kendimi bulduğumsun,
Bir değil, bin ömrüm dahi olsa, bir gözümün şükrünü bile veremeyecekse eğer, yaptıklarım ve yapacaklarım, Söyle bana Ya Rabbi,

Ya ben bu GÖNLÜN şükrünü SANA nasıl vereyim????
Baktığım her yerde, duyduğum her seste, sevdiğim her Gönülde her yerde sen varsın.
Aynadaki aksimde bile SENi görür oldum Yarabbi..
Kayboldum sandığım yerde de o yolun sonunda yine Sen varsın...

Her adımda sanki dünyanın bütün yükünü yüklenmiş gibi ağırlaşan ayaklarımı Bir ismin yetiyor yerinden kaldırmaya. Al şu yükümü Yarabbi, Al benden, Al değneklerimi, Zaten ben Sana dayanmadan yürüyemem ki. Dayanağım sensin. Gönlüme ayak uyduramasa da ayaklarım olsun, Sana koşsun dünyada hep, ahirette ise ilk SANA koşsun.

Dualarım doldurdu avuçlarımı, yetmiyor, yetemez sana hiçbir dua. Ettiğim tek duam Sensin ve bana bunu verecek olan da yalnız Sensin. Gönlüme sığmıyor aşkın, gönlümü sığdırdım aşkına. Gözlerimden çağlıyor, yetmiyor yetemez dökülen gözyaşı Sana...

Ümitlerimin, Hayal ettiklerimin, Hayal etmediklerimin ve edemeyeceklerimin sahibi.Bana düşünemeyeceğim kadar güzellikleri veren de Sensin
Ey Güzellikler sahibi, Ey güzelin ta Kendisi
Hamd-ü senalar olsun Sana
Verdiklerine, vermediklerine, beklettiklerine, vereceklerine yarattığın sayılar adedince teşekkürler, Ey ne kadar teşekkür etsem de yetmeyeceğini bildiğim ve bunu hiçbir zaman yetiremeyeceğim Allah'ım
TEŞEKKÜR EDERİM SANA,TEŞEKKÜRLER ALLAH'IM....

Eda Cezayirli

8 Nisan 2011

Hadis Atlası-5

 


Sahabe-i güzîn efendilerimizin Hadis ilminde herkesçe hüccet kabul edilen seçkinlerinden Hazreti Ebû Hureyre (radiyallahü anh)’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte, Peygamber Efendimiz (aleyhi efdalüssalavâti vetteslîmât) şöyle buyurur:
“Kim bir mümin kardeşinin dünyaya ait bir sıkıntısını giderirse, Cenab-ı Allah da onun ahirete ait bir sıkıntısını giderir.
Yine kim iman sahibi bir kardeşinin ihtiyacını giderirse,  Allah ü Zü’l-Cemâl de onun ihtiyacını giderir.
Kim de inanmış bir kardeşinin herhangi bir kusurunu gizlerse, Settar olan Yüce Allah da dünya ve ahirette onun ayıplarını örter.
-Unutulmasın ki- kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır.”

(Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, 1, 63;
Biraz farklılıkla: Buhari, Mezalim, 3; Birr, 59; Ebû Davud, Edeb, 38; Tirmizî, Hudûd, 3)



5 Nisan 2011

Sular da ağlar..






*Taner Yüncüoğlu/ Sular da ağlar..




"…Eller isyana durmuş giderken Sana ağlayan göz benim olsun..."

...
..
.




2 Nisan 2011

Hoşçakal ülkesi..





''İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi..''
Cahit Zarifoğlu