25 Ağustos 2012

Depresyona girmemenin şartı kadere iman etmektir!..

Fotoğraf: De ki: "O Allah, birdir". 
(İhlas Suresi, 1)

O, Allah'tır, Kendisi'nden başka ilah yoktur.
İlkte de, sonda da hamd O'nundur. 
Hüküm O'nundur ve O'na döndürüleceksiniz. 

(Kasas Suresi, 70)
Her şey bir nizam içindedir. Atomdan güneş sistemine kadar her şey bir nizam içinde doğar, yaşar ve göçüp gider.

Bu çerçeveden bakıldığında eğer bir şahıs kadere tam manasıyla iman ederse külli nizamı anlamış demektir. Külli nizamı anlayan, Allah'ın kendi hayatındaki icraatına razı olur; böylece rahatlar. Gönlümüze göre bir dünya isteriz amma dünya bizim gönlümüze göre olmuyor. O zaman olana razı olmalı ki, dert birden bine çıkmasın.

Mesela tatil gününde pikniğe gitmek isteyen, yağmur yağınca "Zamanı mıydı?" diye isyan eder. Şuurlu Müslüman ise "Bunda da bir hayır vardır." der ve rahat eder.

Şu dünyada öyle felaketler var ki, bu felaketler karşısında insan bazen çıldıracak duruma gelir. Amma gereği gibi iman eden Müslüman için kader, fırtınaya tutulmuş geminin yanaştığı liman gibidir.

Kâinat kitabından bir örnekle bu meseleyi açıklayalım: Mesela küçücük bir çekirdeğin içinde koskocaman bir ağaç, meyveler, yapraklar, vitaminler; yani büyük bir fabrika bulunur. Aynı şekilde küçük bir yumurtanın içinde civciv var. Bu örneklerden anlarız ki, hiçbir hadise göründüğü gibi değildir. Kim bilir o hadise nasıl bir sonuca ulaşacak? Nasıl ki dağlardan çıkan nehirler, bağları bahçeleri, ovaları sular, rızkın artmasına sebep olur; aynen öyle de her hadisenin bir sebebi ve istikameti vardır. İçinde çok hikmetler bulunur.

Başına gelen felaketlere kader nazarıyla bakamadığı için pek çok arkadaş bunalım geçirdi. Onlara diyorum ki; "Depresyona girmemenin birinci koşulu geçmiş ve gelecekle meşgul olmamaktır. Geçmişi bırak değiştiremezsin, geleceği bırak hükmedemezsin; o tarlalar dikenlidir. Bulunduğun ânı İslam'a uydur."
 
Üstat Bediüzzaman Said Nursi buyurmuş ki, "Bazen zulüm içinde adalet tecelli eder. Yâni, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakıa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya mahkûmiyete istihkak kesbetmiş olan kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete sürer. Bu, adalet-i İlâhiyenin bir nevi tecellisidir." 

İnsan, hücrelerinin sayısı kadar felaketlere namzettir. Bu felaketlerin bütününden insanı koruyacak olan Allah'tır.

Müslüman'a yakışan, Allah'tan razı olmaktır...


HEKİMOĞLU İSMAİL

24 Ağustos 2012

İnsan..



  











Gökle bir olmadıkça,yerle bir oluyor insan..

Murat Menteş

22 Ağustos 2012

Şevval Orucu

Ramazan-ı Şerif'ten sonraki Şevval ayında oruç tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.

Bir ay boyunca oruca alışmış olan insanlar, şevval ayında da altı gün oruç tutmaya büyük bir ilgi göstermiş, hatta teravih gibi sıcak bir ilgiyle şevval ayı orucunu sürdüre gelmişlerdir... Elbette bu sıcak ilgi sebepsiz değildir. Nitekim Efendimiz (sas) Hazretleri, şevval ayı orucunun bir sene oruç tutmuş gibi sevaba vesile olacağını duyurmuş, bu yüzden de bir ay Ramazan orucu tutanlar, şevvalde altı gün oruç tutmakla bütün seneyi oruçlu geçirmiş olma sevabını kaçırmak istememişlerdir. Bu konudaki hadisi ve yorumunu şöyle ifade edebiliriz:
"Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki Şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!."(Riyazü's-Salihin, C.2,S.510,2.)
Demek ki, bir aylık Ramazan orucundan sonra Şevvâl'de de altı gün oruç tutarak orucunu otuz altıya çıkaran kimse, bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevap almaktadır.

Âlimlerimiz, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın izahını şöyle yapmaktalar:

Ramazan boyunca oruç tutan insan her orucuna on sevap almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir sene.. Dolayısıyla hadîsin işaret ettiği sırra nâil olur. Bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi mânevî kazanç elde edebilir.

Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını alabilir.. İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir. Bu bir niyet ve yorum meselesidir.

Tıpkı yolun kenarına uzaklardan bir taşı yuvarlayarak güç bela getirip yerleştiren adamla, bu taşı oradan aynı güçlükle uzaklaştıran bir başka adamın niyeti ve yorumu gibi.

Biri düşünmüş ki:

- Bu çölün ortasında yaşlı bir adam yolda giderken bineğine binmek istese, üzerine çıkıp da hayvana binebileceği yüksek bir yer yoktur. Öyle ise şu taşı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de, yolda gitmekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarına binmek istediklerinde taşın üstüne çıkıp bineklerinin üzerine kolayca atlasınlar, sevabı da bana olsun. Adamın bu hâlis niyetine bakan Rabbimiz ondan razı olmuş, istediği sevabı ihsan eylemiş.

Böyle güzel niyetle getirilen taşı oradan öfke ile yuvarlayıp uzaklaştıran adam ise şöyle düşünmüş:

- Bu taşı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, gözleri görmeyenler, karanlıkta fark edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan uzaklaştırayım da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun.

İşte bu adam da taşı buradan uzaklaştırdığından dolayı Allah rızasını kazanmış, ümit ettiği sevaba nail olmuş. Her ikisinde de niyet hâlis, yorum makul...

Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak, belki Rabbimiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir, hatâlarımızı affedebilir.. Rabbimizin hudutsuz rahmetine kimse sınır çizemez. Kimse kendi cimriliğini O' na da şâmil kılamaz.

Bu orucun arka arkaya olması şart değildir. şevvâl ayı içinde olması yeterlidir.

Bir de Ramazan içinde tutulamayan oruçlar varsa, önce o borç olanı tutmak da makul ve meşru olur. Bir an önce borçtan kurtulmayı düşünmek elbette çok yerindedir. Ancak borcu sonra da tutabilirim diye de düşünebilir.. Bu bir tercih meselesidir. Her ikisi de caizdir.

Bir diğer husus da, Şevval ayında iki bayram arası nikah yapılmaz iddiası vardır ki, artık bu batıl iddia etkisini kaybetmektedir. Çünkü Aişe validemizin nikahı Şevvalde olmuş, yani iki bayram arasında yapılmış, ne uğursuzluk, ne de bir başka dinî yasak söz konusu olmuştur. Bu yanlış yorum şuradan da beslenmiş olabilir. şayet bayram cuma gününe rastlarsa, bayram namazı ile cuma namazı arası iki bayram namazı arasıdır. Böylesine dar bir vakte nikahı sıkıştırmayın, iki bayram namazının dışında yapın nikahınızı, tavsiyesini, Ramazan ve Kurban Bayramı arası gibi geniş zamana yayanlar, böyle bir yanlış anlamaya sebep olmuşlardır, diye de düşünülebilir.

Bir Menkîbe

Süfyanı Sevri anlatıyor:
- Ben Mekke-i Mükerreme'de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:

-Ben öldüğüm vakitde kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece beni terk etmeyip kabrimde gecele. Mükireyn suali anında bana Tevhid'i telkin et!, dedi.

Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken :

-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.

O zaman:

-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum

Bana cevap olarak:- Ramazan-ı şerifin orucunu tutup şevval'den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.

O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve "Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve şevval'den altı gün orucuna muvaffak kıl" diye dua ettim. Allahü Teala Hazretleri beni de muvaffak kıldı.

MEHMET PAKSU

20 Ağustos 2012

Haramlardan her kaçışımız bir bayramdır!

Fotoğraf: (Kıyamette, amel defterinde çok istiğfar bulunanlara, müjdeler olsun!) 

[Beyheki] “ Hadis-i Şerif “Müslümanlar bir ay müddetle Allah’ın emrine uymanın bayramını yapacak!..
Allah’ın emrine ittiba ettiğimiz her an, bayramımızdır.
Öyleyse Allah’ın emrine uyma hali devam etmeli ki ömrümüz bayram gibi geçsin.
 
Mademki her yerde ve her zaman kalbimizi çalıştıran, damarlarımızda kanımızı dolaştıran Allah’tır; öyleyse her zaman ve her yerde haramdan kendimizi çekmek gerekir. İşte gerçek bayram budur. Diyorlar ki, “Deliye her gün bayram!..” Doğrudur… Haramların zevkinden kaçıp, helal dairenin çilelerine katlanmak da bir nevi deliliktir(!)

Helal dairede kalırken, haramlardan kaçmanın sevinci yaşanır. Ben içmedim, çamura düşmedim, haram bataklığına düşüp rezil olmadım. Benim din kardeşlerime kinim yok, düşmanım yok… Bayrama bakın!.. Haramlardan her kaçışımız bir bayram!..

Müslümanlar bayramda gezmenin ve dinlenmenin tadını çıkarıyorlar. Bu gezmelere haram katmak, bayrama yakışmaz. Mesela bayram giysileri alırken, tesettüre dikkat etmek lazım… Bayram ziyaretlerinde gıybet etmemek, ikramlarda abartıya kaçmamak lazım… Bayram yaparken, günah işlemek bayrama yakışmaz. Çocukken bayramda bana yepyeni bir elbise giydirdiler. Ben seviniyordum. Amma arkadaşlarımın yanına gidince onların gıptalı bakışları beni çok üzdü. Bir an evvel eve gittim, bayramlık elbisemi çıkardım, gündelik elbiselerimi giydim. O halimle arkadaşların yanına gelince rahat ettim. 

Bayram geldi. Yaşlıların gözü yollarda… Ziyarete gelen var mı? Bayram geldi, fakirlerin kulağı kapıda, hediye getiren var mı? Demek ki bayramın iki önemli esası var. Biri ziyaret, ikincisi hediyeleşmek…

 Başımdan geçen bir olayı anlatayım: Hastanede yattığım sıralarda yaşlı bir hastaya doktor geldi, dedi ki: “Haydi gözün aydın! Seni bugün taburcu edeceğiz.” Hasta dedi ki: “Doktor bey, beni hastaneden çıkaracaksınız amma gidecek yerim yok. Beni öldürsen daha büyük iyilik yapmış olurdun.” Doktor irkildi, “Öyle şey olmaz!” dedi. “Bizim vazifemiz tedavi etmektir. Tedavi olan hastayı da çıkaracağız ki onun yerine başka hasta alalım.” O yaşlı hasta ellerini açtı, “Allah’ım, ben Senden şifa istemedim. Canımı al diye yalvardım.”

 Bu bayramda bir fakirin, bir kimsesizin kapısını çalarsak, yalnızlığın ne büyük imtihan olduğu daha iyi anlaşılır…

“Bayramınız mübarek olsun.” diyorlar. Bayram zaten mübarektir. Biz nasıl mübarek olacağız, onun hesabını yapmak lazım.

İnsanlar bir taraftan dünyaya geliyor. Bir taraftan dünyadan gidiyor. Nereden geldim, niçin geldim, nereye gideceğim? Bu sorulara cevap arayıp bulanların bayramı kutlu olsun…

En büyük bayram, Ramazan bitip de İslamî hayatı bitirmeyenlerin bayramıdır…


HEKİMOĞLU İSMAİL

16 Ağustos 2012

Karbonatın Marifetleri

Karbonat sadece hamuru kabartmakla kalmıyor:
  • Yanmış tencereyi, yanmış fırın tepsisini vs. kolayca temizlemek için: Örneğin tencereye bir parmak kalınlığı kadar su doldurulur; bir paket kabartma tozu (ya da karbonat) ilave edilip, 10 dakika kadar kaynatılır. Yanmış yemek tortusu anında çözülecektir.
Çaydanlıklardaki, termoslardaki ve çiçek vazolarındaki lekeler kaynamış su ve karbonat karışımı ile kolaylıkla giderilir.
  • Haftada bir dişler kabartma tozuyla (veya karbonatla) fırçalanırsa, dişler beyazlaşır. Burda dikkat edilmesi gereken husus, fırçalama işleminden sonra yarım saat boyunca asitli yiyecekler ve içecekler kullanılmaması.
  • Karbonat, suyun sertliğine sebebiyet veren kalsiyum (Ca2+) ve magnezyum (Mg2+) iyonlarıyla tepkimeye girerek çökelti oluşturur ve suyun yumuşamasını sağlar. Yumuşatılan su daha sonra çökeltiden ayrıştırılır.
  • Bakliyatlar ve sert sebzeler haşlanırken, haşlama suyuna karbonat eklenirse daha çabuk yumuşamaları sağlanır. Karbonatın bazik özelliği selülozun kabarmasına yardımcı olur.
  • Karbonat yine bazik özelliği sayesinde istenmeyen kokuları nötrleştirir yani yok eder. Örneğin ağız kokusu, lavabo ve tuvaletlerdeki atık su akım yerleri, kokan ayakkabılar, buzdolabı gibi. Çünkü karbonat kokuları kendine bağlama özelliğine sahiptir.
  • Lahana, karnabahar gibi sebzeler kükürtçe zengindirler. Bu kükürt, bu gibi sebzeler haşlanırken çözünür ve hoş olmayan kokuya sebebiyet verir. Bu tür sebzeleri haşlarken haşlama suyuna biraz karbonat eklemek istenmeyen kokuların oluşumunu azaltır. Bazik ortamda havadaki oksijen bu kükürt bileşenlerini yükseltger. Aynı zamanda karbonat bu tür sebzelerin gaz yapıcı özelliğini de azaltır.
  • Deodorant yerine ve terlemiş ayaklar için ayak banyosunda kullanılır. Bu uygulama en fazla haftada bir yapılmalıdır.
  • Böcek sokmasından sonra o bölgeye karbonatlı su ile pansuman uygulanırsa kaşıntıyı ve kabarmayı hemen azaltır. Genel olarak yarım litre suda bir kaşık karbonatla yapılan karışım kaşıntılara karşı iyi gelir. Güneş yanığına maruz kalan bölgelere de karbonatlı su faydalıdır, anında ağrı kesici özelliği vardır.
  • Karbonat mide yanması için de kullanılır. Mide yanması, midenin gereginden fazla mide asiti salgılamasından kaynaklanır. Mide asitini azaltmak amacıyla anti asit olarak verildiğinde genel olarak vücudun fazla asidini yok eder. Karbonat asitle tepkimeye girerek midenin pH degerini artırır (yani asitligi azaltır). Tepkimede oluşan CO2 gazından dolayı geğirme olur. Bir çay kaşığının ucuyla aldığınız karbonatı bir bardak suyla yuttuğunuzda mide yanmasına karşı ilaç görevi görür. Mide ülseri olan kimseler karbonatı çok kullanırlarsa da her zaman doğru değildir.
  • Eğer yemekler veya salatalar çok ekşili iseler karbonat katarak ekşiliği (asitlilği) azaltabilirsiniz.
  • Gümüş eşyalar karbonatlı suyla ovularak parlatılır. Ancak önce eşyanın iç tarafını ovup denemeli.
  • 3 kaşık karbonat 2 bardak sıcak suda çözülür; temiz bir bez bu suya batırılıp buzdolabının içi silinerek en inatçı kirler, hatta yüzeye yapışan yağlar bile kolayca çıkar. Rengi solan halıları karbonatlı su ile silerek canlandırmak mümkün.
  • Beyaz çamaşırlar karbonatla yıkanırsa daha da beyaz olurlar.
  • Kahveyi bir türlü köpüklü yapamayanlar, çok az bir miktar karbonatı cezvedeki karışıma eklemek suretiyle köpüklü kahve elde edebilirler.
  • Taze çiçeklerin ömrünü uzatmak için vazo suyuna bir tutam karbonat atmak yeterli.
  • Japon yapıştırıcılar ile (cyanoacrylate yapıştırıcı) yapıştıracağınız malzemelerin arasına karbonat dökerek yapışma işleminin daha sağlam olmasını sağlayabilir veya dolgu malzemesi olarak kullanabilirsiniz. (Hata yaparsanız bu yapıştırıcı aseton ile çözülebilir.)


tr.wikipedia.org

14 Ağustos 2012

Sultanlar zirvesi: Kadir Gecesi

 


Abdullah İbn-i Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem):

 "Dikkatinizi verin, dinleyin, size haber veriyorum ki:
 Meleklerin en faziletlisi Cebrâil'dir.
 Beşerin en faziletlisi Hz. Âdem'dir.
 Günlerin en faziletlisi (efendisi) cuma günüdür.
 Ayların en faziletlisi Ramazan ayıdır.
 Gecelerin en faziletlisi Kadir Gecesi'dir. 
Kadınların en faziletlisi de Meryem binti İmrân'dır." 

[Deylemî, Firdevs, 1/135 (475)] buyurmuşlardır.


***

Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa'fü anni.. 
Allah'ım sen affedicisin, affı seversin, beni/bizi affeyle..

Amin..



***

Hayırlı, mübarek olsun.. 
Dualar müşterek olsun inşAllah..


12 Ağustos 2012

Alınacak Derslere Bakalım..


“Benim için temizlik, düzen çok önemli fakat kocam bunlara hiç dikkat etmiyor. Onun dağınıklığı beni çok sinir ediyor.” dedi geçenlerde sohbet ettiğimiz bir hanım. Pek çok kişinin buna benzer şikayetleri vardır.
 En çok önemsediğimiz konularla imtihandayız.

Fotoğraf: Allahım, yaptığım her duâ, Senin rahmet ettiğin, ettiğim 
her lanet'te Senin lanet ettiğin kimsenin üzerine olsun. 
Sen, dünyada ve Ahiret'te benim dostum ve velimsin; 
beni Müslüman olarak öldür ve sâlih kulların arasına ilhak buyur.Bu dünyada misafir olduğumuzu unutuyoruz çoğu kez. Sanki dünyaya sağlam bir kazık çaksak burada kalıverecekmişiz gibi davranıyoruz. İmtihandayız diyoruz ama imtihanda olduğumuzu da unutuyoruz.
Hepimiz bir soruyuz ve birbirimizin imtihanıyız. Birbirimizle kazanır birbirimizle kaybederiz. Birisi için ödülken başka birisi için ceza olabiliriz. Birisi için kolay bir soru iken başka biri için çözülmez problemizdir.

Çoğu zaman sevdiklerimizden imtihan oluruz ya da en çok değer verdiklerimizden. Annemizden, en çok üzerine düştüğümüz çocuğumuzdan, eşimizden, işimizden, övündüğümüz huyumuzdan, korkularımızdan, sağlığımızdan, en sevdiklerimizden…Tabii onlarda bizimle imtihandadır bu arada…

Dertler, sıkıntılar karşısında “Rabbim bana bunları ben üzüleyim diye değil, ders alayım, olgunlaşayım diye yaşatıyor, bu sıkıntıdan nasıl bir ders alıp kul olarak nasıl kazançlı çıkabilirim.” diye bakmak yerine çoğu zaman suçlama ve şikayet modundayız.Kim bilir hangi kötü huyumuzdan kurtulmak, kibrimizi kırmak, olmazsa olmaz zannettiklerimizi değiştirmek içindir bu yaşadıklarımız.

Bazı imtihanlarımız günahlarımızın kefaretidir. Kınamışızdır, büyük söylemişizdir, asla yapmam demişizdir, öyle başımıza gelmiştir. Bu imtihanlar bizi terbiye etmek içindir. O zaman söylenmek şikayet etmek yerine alınacak derslere bakmamız ve hatalarımızı düzeltmemiz gerek.

Ben kendi adıma böyle yapmaya çalışıyorum. Böyle yapınca da kimseyi suçlamıyorsunuz. Bir yaprak dahi Rabbimizin izni olmadan yere düşmezken yaşadıklarımız Rabbimizin izni olmadan gerçekleşebilir mi? Mümkün değil. İyilikse de kötülükse de getiren ellere takılıyoruz, göndereni unutuyoruz.

Gelen kötülükse getiren el, cezasını çekecektir ama bizi ilgilendiren tarafı bu değil, o kısım Yaradan’a havale. Bizi ilgilendiren kısmı “Rabbim benim bunu yaşamamı istedi, bir hikmeti vardır, ben bundan nasıl bir ders alabilirim?”

Bazı yaşadıklarımız şımarmış nefsimizi terbiye içindir. “Neden ben? Niye bunları yaşıyorum? diye isyan için kullanılan cümleler vardır. Bunları soru cümleleri olarak alsak ve cevapları bulmaya çalışsak imtihanı kazanmaya başlamışız demektir.

Ve en önemlisi şikayetleri ve keşkeleri çıkarmalıyız hayatımızdan. O şehre gitmen gerekiyordu, o kadınla evlenmen gerekiyordu, boşanman gerekiyordu, babanın o sözü söylemesi lazımdı, arkadaşından bunları duyman gerekiyordu, onunla orda karşılaşman lazımdı…Şartları, zamanı, insanları suçlamayı bırak. İmtihandaydın ya kazandın ya kaybettin.

İmtihan devam ediyorsa dur, nefes al ve imtihanı kaybetmemeye bak. Hem sıkıntıyı çekmek hem de şikayet ederek imtihanı kaybetmek çift kat zarardır.

Her yaşadığımız bir hikaye ve her hikayeden alınacak dersler vardır. Ders almayanlar benzer hikayeleri tekrar tekrar yaşamak zorunda kalırlar genellikle.Kaygılanmak, söylenmek, şikayet etmek imtihanı uzaklaştırmaz tam aksi artırır.

Sınandığımız konular dünyalıksa gevşemeyi, ahiret işiyse daha sıkı sarılmayı öğrenmemiz lazım. Bırakın ev biraz dağınık olsun, çocuğunuz sınavdan düşük not almış olsun, karınız sarışın olmayıversin…Takılmayın. Germeyin ve gerilmeyin. Şükür ve sabır gibi iki dosta sarılırsak hem kendimize hem başkalarına hayatı kolaylaştırmış oluruz. İmtihanı hem dünya hem ahiret için kazanmış oluruz.


Sema Maraşlı


7 Ağustos 2012

Fotoğraf: Bana gelecek ve benden gelecek her türlü kötülükten Allah'a sığınırım.
 
İbrahim Tenekeci 
 
 
 
Bana gelecek ve benden gelecek her türlü kötülükten Allah'a sığınırım.

İbrahim Tenekeci




3 Ağustos 2012

Cuma günüdür..

" İçerisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür!.. "
 Hadis-i Şerif

Fotoğraf: Oruçlu Cehennemden uzaktır
Ebu Hüreyre Radiyallâhu Anhın rivayetine göre Resul-i 
Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: 

“Kim Allah rızası için bir gün oruç tutarsa, Allah o bir güne karşılık 
o insanın yüzünü Cehennemden yetmiş yıl uzak tutar.” 

(Nesâi, Sıyam: 44)

"Allah'ım!
 Biz, Senin Müslüman kulların, mahzun ve kederli olarak huzuruna geldik. 
Senden sıkıntılarımızı gidermeni, gam ve hüznümüzü de izale buyurmanı dileniyoruz.. dileniyoruz zira Sen kapına koşanları hiçbir zaman eli boş geri çevirmezsin.
 Gelip başımıza çöreklenen her türlü üzüntü, tasa, keder, sıkışıklık hallerinden kurtulmamız için bize nezdinden bir fereç ve mahreç, bir çıkış yolu gönder. 
Amin.. "


Hayırlı cumalar, hayırlı iftarlar :)