8 Ağustos 2014

Ben Allah'tan isterim;
Verirse yüceliğidir
Vermezse imtihanımdır..

Şems-i Tebrizi

3 Ağustos 2014



Cehennemden değil, cehennemin Rabbinden kork ve uzak dur günahtan.
Cenneti değil cennetin Rabbini sev ve güzel işler yap!

|Serdar Tuncer|

29 Nisan 2014

Hayatımıza bir beyaz sayfa açabileceğimiz üç aylara giriyoruz!


 
Yarın başlayacak olan kutsal üç aylarımıza, Efendimiz’in (sas) okuduğu duasıyla başlayalım biz de:
-Allah’ım, mübarek kıl bize Receb ve Şaban’ı; affımıza vesile eyle ulaştıracağın Şehr-i Ramazan’ı!

-Neden Receb, Şaban ve Ramazan aylarına bu özel dua ile giriyoruz? Ne gibi eşsiz farklılıklar söz konusu bu aylarda?

Bu sorunun cevabını Bediüzzaman Hazretleri’nden dinleyelim isterseniz. Kısaca şöyle açıklıyor bu ayların kazandırdığı eşsiz ibadet sevaplarının farklarını ve sağladığı af ve mağfiretlerini:
-Her ibadet ve iyiliğin sevabı geçmiş aylarda on ise, Receb-i Şerif’te yüzü geçer, Şaban-ı Muazzama’da üç yüzü geçer ve Ramazan-ı Mübarek’te ise bine çıkar! Kadir Gecesi ise seksen sene nafile ibadet sevabını kazandıran bir eşsizliğe ulaşır!.

Demek ki üç ayların başından itibaren insanların heyecanlanarak yeni bir İslami dikkat ve hassasiyete girmeleri sebepsiz değildir.

İşte böyle özel farklılıklara sahip mübarek üç aylar bizlere bir daha kucağını açmış olacaktır yarından itibaren. Yeter ki bizler farkında ve şuurunda olalım böylesine özel ve güzel gün ve ayların.

Bu ayların inanmış insanlara sağladığı günahlarından arınma fırsatından dolayıdır ki, mahşerde günahkarların toplandığı yere doğru sürülen bazı insanları gören melekler soracaklar:
-Sizler üç aylara hiç erişmediniz mi, Ramazan’ı, Kadir Gecesi’ni hiç yaşamadınız mı ki günahlarınızdan arınamadınız da günahkarların bulunduğu yere sürülüyorsunuz?
Onlar diyecekler ki:
-Üç aylara da eriştik, Ramazan’a da ulaştık, Kadir Gecesi’yle de buluştuk. Ancak onların insanın sene boyunca maruz kaldığı günahlarını affettirecek değerde ve kutsiyette olduğuna ihtimal vermedik, özel bir ibadet ve itaat halinde istifadeye yönelmedik. Bu sebeple de günahlarımızla geldik buraya!..

Evet,  Receb ayı ile başlayıp Şaban ayı ile artarak devam eden af ve mağfiret coşması, Ramazan ayında en üst dereceye ulaşır, Kadir Gecesi’nde ise üç aylar boyunca kendini hazırlamış olan inanmış insan, İlahi affa tam nail olacak bir ruh yüceliğine kavuşur, seksen sene nafile ibadet etmiş kul sevabına yetişebilir. Bu sebeple de bayramda kendine tertemiz bir beyaz sayfa açarak yepyeni bir hayata devam etme bahtiyarlığına dahi kavuşması söz konusu olabilir.

Çünkü Rabb’imiz iman etmiş kulunun cehennemde azap görmesinden değil, cennette mükafata nail olmasından memnun oluyor. Bunun için de sebepler, vesileler hazırlıyor, bazı ayları günleri bazılarından üstün özelliğe sahip kılıyor ki, inanmış insanlar bu vesilelerle birazcık kendilerine çekidüzen versinler, yeni bir heyecan ve ümitle cennete layık bir hayata yönelsinler..

Bundan dolayıdır ki Efendimiz (sas) Hazretleri, üç ayların başlangıcı olan Receb ayında oruçlarını, namazlarını daha da çoğaltmış, Şaban ayında ise bu artışı bir kat daha ileriye götürmüş, böylece ümmetine Ramazan’daki umumi affa layık hale gelme örneği vermiştir.
  Bu sebeplerle bu aylar içinde samimi tövbe, istiğfarlar yapılarak daha şevkli bir ibadet hayatına başlanır. Tutulacak oruçlarla kılınacak fazla namazlarla, yapılacak hayır hasenatlarla sevabı daha çoğaltıp günahı daha da azaltma azmine girilir.
 Hatta kaza namazları, oruçları, kul hakları gibi sorumlulukları tümüyle ödeyip bitirme niyeti bile söz konusu olabilir. Ta ki Ramazan’daki umumi affa girmeye tam layık hale gelmiş olsun, bayramda da bir beyaz sayfa açarak başlasın yeni hayatına.

Ancak unutmamak gerek ki, bütün bu eşsiz fırsatlar, bu mübarek ayları ve günleri şuurluca değerlendirme iradesi gösterenler için söz konusu oluyor..

İşte bu duygu ve niyet ve içinde, Efendimiz’in (sas) tekrarladığı duasıyla giriyoruz üç aylarımıza biz de:

- Allah’ım mübarek kıl bize Receb ve Şaban’ı; affımıza vesile eyle ulaştıracağın Şehr-i Ramazan’ı!

AHMET ŞAHİN

Genel af, Üç aylar



Dünya’yı kendi ekseni etrafında döndürüp, geceyle gündüzü yaratan, Dünya’yı Güneş’in etrafında döndürüp mevsimleri yaratan Allah, her dakikayı her saati mukaddes kılmıştır.

Mazi geçip gitmiş, onunla uğraşma. İstikbal gelmemiş; onunla da meşgul olma. Bulunduğun ânı İslâm’a uydur. Mademki her an ölebiliriz, öyleyse her an helal dairede bulunmalıyız ki, helal daireden ahirete gidelim. Böylece günün saniyeleri bile mübarek olur.

Fakat her insan bu kadar şuurlu olamaz. Onun için cuma gününe, arife günlerine, bayramlara, üç aylara önem verilmiş. Gaflete dalan insanlar hiç değilse bu mübarek günlerde ibadetlerini artırsınlar. Aslında bu dönemler, “genel af”tır, tövbe edenler affa mazhar olur.

Zaman durmuyor, akıp gidiyor... Bu akışın nirengi noktaları, trafik işaretleri mübarek günlerdir. Bazı insanlar bu günlerle bütünleşerek, daha güzel bir yaşantıya kavuşurlar. Üç aylar, Müslümanların ibadette gayrete geliş anıdır. Bu aylarda Müslümanlar maddeten ve manen çok fedakârlıkta bulunurlar. Bu fedakârlık onları sıkı sıkıya İslâm’a bağlar.

Peygamber Efendimiz (sas); “Recep, Allah’ın(cc) ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ümmetimin ayıdır.” buyurmuştur. Beş mübarek geceden dördü bu aylardadır. Regâib Kandili, namazın farz olduğu Miraç Kandili, aklanma, arınma, affedilme manasına gelen Berat Kandili, bin geceden hayırlı Kadir Gecesi bu aylardadır.

Üç aylar tövbe aylarıdır. Günahlar ruhun üzerine yapışan kirlerdir. Nasıl ki beyaz elbiseye nokta nokta kirler yapışır, elbisenin rengini değiştirirlerse ruha yapışan günahlar da ruhu zor duruma düşürür. Bu sebepten tövbelerle, günah kirlerini temizlemek lazım.

Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle diyor: “Üç ayların kendilerine mahsus bir tadı, bir şivesi vardır ki, onları yılın diğer aylarından ayırır... Her ayın güzellik ve nefâsetinin zâhirî duygularımızla hissedilip yaşanmasına mukâbil, bu müstesna zaman dilimi kalple ve bâtınî duygularla yaşanır. Bu aylarda gönül dünyalarına yönelen insanlar, iman ve iz’anlarından fışkıran ışıklarla eşyanın perde arkasını süze süze, duygularıyla, içinde ebedî bir ömür sürecekleri firdevslere uyanmış ve ulaşmış gibi olurlar. Onlar için bu aylardaki günler, geceler, hatta saatler ve dakikalar adeta bir başka büyüyle gelir, geçer, gelip geçerken de derecelerine göre herkese mutlaka bir şeyler fısıldar.”

Aylar mübarektir. Önemli olan insanın mübarek olmasıdır. İnsanın mübarekliği de haramlardan arınmak, helal dairede yaşamaktır. “Allah’ım, Recep ve Şaban ayını hakkımızda hayırlı kıl, bizi Ramazan ayına kavuştur.”

Hekimoglu İsmail

17 Nisan 2014



Bizi sabaha uyandıran, yüreğimize dermanını da verir.

Tarık Tufan

10 Nisan 2014

Namazı aceleyle kılanlara gönül koyuyorum..



Bir kutlu ziyarette muhtelif sohbetlerde tutulan notlardan namaza dair olanlarını sizle paylaşmak istiyorum:  “Allah, senin secdede nasıl kıvrım kıvrım kıvrandığını biliyor” ayeti, bize Efendimiz’in ibadetini tasvir etmenin dışında, nasıl ibadet etmemiz gerektiğini de anlatıyor.

Mademki, -hadisin ifadesiyle- o nasıl namaz kılıyorsa öyle namaz kılmakla mükellefiz. O halde bu mükellefkat’iyen doğru değildir. Namazdaki ruh ve ma’nâyı kavrama ve o konsantrasyon içinde Allah’a kulluğumuzu arz etme hep bu çerçeve içinde mütalâa edilmelidir.

Elbette ki bir Nebî’nin kıldığı namazı şekil ve ma’nâ itibarıyla yakalamamız, O’nun duyduklarını duymamız mümkün değildir. Fakat bu, o yolda olmaya da mani değildir.

Bana en zor gelen şey kulluktur. İnanın, Allah’a kulluğunun yanında, motor yapmak, bilgisayar icad etmek, hattâ gökyüzüne uydu göndermek çok daha basit kalıyor. Bu tespit size tuhaf gelebilir. Ama vicdanî tecrübelerime dayanarak kat’i olarak ifade ediyorum ki, kulluk çok ama çok zor. Kalbinizi tamamıyla Allah’a verdiğiniz anda bile, bir sürü zikzak ve bir o kadar bulanık düşüncenin içinizi kemirdiğini görürsünüz.

Cimriler vardır, sabah-akşam keselerini çıkarır ve paralarını sayarlar. Bir tek kuruşun hesabını yaparlar. Tıpkı bu cimriler gibi, her bir mü’min, amel kesesinde neleri varsa onları, her gün gözden geçirmeli, kendini hesaba çekmeli ve tam bir cimri gibi davranmalıdır; davranmalıdır ki hesabını sağlam tutmuş olabilsin.

Namazları acele ile kılanlara gönül koyuyorum. Cenab-ı Hak onlara: “Benim size her şeyi karşılıksız vermeme mukabil, siz bana böyle mi teşekkür ediyorsunuz? Bu şekilde mi namaz kılıyorsunuz?” der mi diye de endişe ediyorum. Eğer derse, o zaman işimiz çok zor demektir.

Namazı dert edinmek lâzımdır

Evrad u ezkâr, duâ, nafile namaz gibi ibadetler, sürekli olarak ve ısrarla yerine getirilmeli ki, bunlar, zamanla bizde ikinci bir fıtrat hasıl etsin. Meselâ, her gün dört rekat nafile namazı hayatınızın ayrılmaz bir parçası haline getirin, göreceksiniz, bırakmaya kalksanız, “Eyvah, bugün de falso yaptık” dersiniz.

Namazı dert edinmek lâzımdır. Kıyam, kıraat, rükû, sücûd vs. namazın şekillerinden ibarettir. Oysa asıl olan, muhteva ve ruhtur. Nasıl ki yeme-içme cismaniyetimiz için bir ihtiyaçtır, namaz da manevî hayatımız ve ruhumuz için bir gıdadır.

Namaz, fıtratımızın bir gereği haline getirilmelidir. Ruh, gıdasını ancak, bu şekilde kılınan bir namazdan alabilir. Namazlar asla bir angarya gibi görülmemeli, aradan çıkarma düşüncesiyle çabuk çabuk eda edilmemelidir.

Namazda dikkat edilecek bir diğer husus da, nasıl vücud geliştirme çalışmalarında kalbi yormamak için fikir dünyasından uzaklaşmak gereklidir, öyle de, ruhu geliştirmek için dünyevî düşünceleri devreden çıkarmak, bütünüyle kalp ve ruh insanı haline gelmek şarttır. Tabii, namazın dış şekillerini, erkânını özenle yerine getirmek ile bu muhteva arasında sıkı bir münasebet olduğunu da unutmamak gerek.

Bir diğer husus da, namaz kılarken şartları hesaba katmamalıyız. Aslında şartların insanın namazına tesir edeceği muhakkaktır. Fakat bunu bile bile irademizle bu şartları aşmalı ve kalbi kemal noktasına yönlendirmeliyiz. Feyze, berekete en açık olduğumuz zamanlarda bile sadece O’nu mülâhaza etmeliyiz. Meselâ, Allah’la aranıza girecek bir cezbe, sizi o anda arş-ı Rahman’a ulaştıracak bile olsa hemen “Hayır Rabb’im ben bunu istemem, şu namaz kılanlardan birisi gibi olayım, yeter” diyebilmelisiniz.

Herkesin namazı, içinde bulunduğu mertebe ve dereceye göre farklılık arz eder. Siz kılmış olduğunuz namazı, İmam-ı Rabbani’ye anlatsanız, belki size güler. Veya İmam-ı Rabbani, sizin namazınızı İbn-i Arabi’ye anlatsa, o da güler. Zira buudlar farklıdır. Burada önemli olan nokta bizim gibi avam-ı nâsa, hakîkî namazı düşünme yolunu açmaktır. Bir zerre iken, kendini deryaya salıverme ve damla iken derya olma... Bunun ötesinde de, Rabb’im lûtfederse, şu anda mahiyetini, keyfiyetini dahi bilmediğimiz o mertebelere ulaştırılabileceğimizi yine O’nun rahmetinden bekleyebiliriz.

İlk sigaya çekilecek şey namaz

Müslümanlar namaza çok dikkat etmelidir. Zira kulun ilk defa sigaya çekileceği şey namazdır. Zina değil, içki değil, başka bir şey de değil namaz! Bundan diğer hususların önemsiz şeyler olduğu anlaşılmamalı; aksine namazın ehemmiyeti anlaşılmalı. Çünkü hakiki namaz zaten insanı fuhşiyattan men eder.

Bir insan namaz kılmıyorsa bence, hayatının en büyük kayıp kuşağında yaşıyor demektir. Oruç, namaz kılmaktan daha kolay bir ibadettir. Hac da öyle. Hac ruha ibadet neşvesi aşılarken, nefse de seyahat hazzını tattırır.

Bir ferdin şuurunun derinliğine göre günde beş defa Allah’a arz-ı ubudiyeti onu çok yüceltir. Evet namaz deyip geçmemeli; namazdan geçen, korkarım bir gün dinden de geçer... Namazda miraç vardır. Ama, herkes bunu namazda kendine göre hisseder ve kabiliyeti nisbetinde yükseldiğini duyar. Herkesin hissettiği kendi miracıdır.. ve bu mirac bazılarının ayağından geçer, bazılarının da başından. En mükemmel mirac Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in miracıdır.”

Süleyman Sargın

2 Mart 2014

Namaz kılmak ödev değil bir imtiyazdır..



"İbadetlerimi yarım-yamalak, ağır-aksak yapan birisiyim. İmanım tam, onları yapmamın gerekliliğine de can u gönülden inanıyorum ama neden yarım-yamalak, neden ağır-aksak?"

'Can u gönülden inanç' diyor ya okurumuz ben de can u gönülden bir gerçeğin kelime ve cümlelere bürünmüş şekli ya da can u gönülden itiraf ediyorum. Gerçek çünkü sadece okurumuzu değil fıtrî olması itibarıyla insan olan hemen herkesi alakadar eden bir husus bu. Şeytanın ilkaa/meyince, his mantığa mağlup olunca, baki şeyler fani şeyler karşısında dünya minderinde sırtı yere gelince, gençlik hissiyatı, ebedi yaşam arzusu insanı sarıp sarmalayınca; daha farklı sonuç çıkmaz ki.

İtiraf ediyorum; çünkü bunu her babayiğit dile getiremiyor. Belki yine şeytanın tasallutu, iradenin hakkının verilememesi ile bu gerçek bir kenara itiliyor, üstü kapatılıyor, suç gizlenmeye çalışılıyor. Halbuki ne gerek var; bu türlü bir saygısızlığa.

Saygısızlık dedim; zira insanın başta kendisi, sonra çevresi ve nihayet Allah karşısında dürüst olmaması, hakikatin ta kendisi ve içinin sesini bir türlü seslendirememesi kelimenin en hafifi ile hem kendisine hem çevresine hem de Allah'a karşı saygısızlıktır.

Neyse bu faslı geçelim ve namaza dönelim; yazının başında namaz kılmak bir ödev değil imtiyazdır dedim. Bu tespit bana ait değil; bunu bir röportajında yıllar önce eski Diyanet İşleri Başkanı'mız Ali Bardakoğlu söylemişti. Ardından da ilave etmişti: "Çünkü namaz Allah'ın huzuruna kabul edilmektir."

Burada bir dakika duralım ve düşünelim bu tespit üzerinde; doğru değil mi? Beşeri münasebetlerde de böyle değil midir? Randevu istenilen makam randevuyu vermezse, görüşme imkânı var mıdır o şahısla? O huzura sizi kabul etmezse illa o zatla görüşeceğim, konuşacağım demen ne mana ifade eder? Kaldı ki şu an bahse medar olan ne bir kaymakam, ne bir vali ne de daha yüksek rütbe ve makamlara sahip bir fani şahıs; aksine kâinatın yaratıcısı Allah (cc).

Buradan hareketle ağır aksak da olsa namaz kılan bir insan öncelikle huzura kabul edildiği için, o imtiyaz kendisine tanındığı için şükretmelidir. Zira istedikleri halde o ölçüde olsun alnını secdede seccade ile buluşturamayan insanlar var. Daha ötesi inandım dediği halde ne namaz, ne oruç ibadetin hiçbir formu gündeminde yer etmeyen müminler var.

Şükür, nimetlerin ziyadesi için İlahi bir kaidedir. "Şükrederseniz nimetlerimi artırırım, nankörlük yaparsanız benim azabım çok elimdir." buyuruyor Allah. Madem namaz kılıyor olmak bir nimettir, o nimetin devamı için şükrü daimi kılmak gerektir.

Çünkü her nimetin şükrü kendi cinsinden olur. Namaz kılma imtiyazına ulaşmış olma nimetinin şükrü de namaza devamdır. Hem de kemmiyet ve keyfiyet itibarıyla ona seviye kazandırarak. Dün kıldığı ikiye bugün iki daha ilave etmek; dün dünyevi meşgalelerle alude bir zihinle kıldığı namazı bugün dünyayı bir kenara itip sadece O'nun rızasını mülahaza ederek kılmak, kemmiyet ve keyfiyete verilebilecek basit iki örnektir.

Pekâla namaz ödev değil midir? Tabii ki ödevdir, tabii ki vazife vecibedir. Namazın bir mükellefiyet olarak bize sunulması, ayetlerle emredilmesi, Efendimiz'in tatbikatı ile 'nasıl'ının bizlere anlatılması bunu gösteriyor. Ama Bardakoğlu hocamızın baktığı perspektif namazın imtiyaz yönünün ödev, vecibe ve vazife boyutunu bastırdığını ifade ediyor ki okuduğunuz satırların tamamı buna vurgu yapıyor.

Son olarak "O'nun huzurunda O'nunla iletişim kurmak az bulunur bir fırsattır." diye bağlıyor sözlerini hocamız. Doğru. Kul olarak bize düşen de bu 'az bulunur fırsatı' hem dünyamız hem de ukbamız adına değerlendirmek değil midir?

AHMET KURUCAN

22 Ocak 2014

-biz\ben





O Büyük Allah, daima “biz” diyor.
O küçük insan ise sürekli “ben” demekle meşgul.

İbrahim Tenekeci

9 Eylül 2013

Dünyada olmak 'dünyacı' olmamak..

Dünya malı insan içindir; lakin insanın helaki de mal yüzündendir. Sır şuradadır ki ne koyup kaynatırsan içine, pekmezin tabiatı onu kendine benzetir. İş kendi varlığını koruyabilmede. Öte yandan tek damla zehir bir bedeni yok edebilir. Demek ki bünyeden bünyeye fark vardır.Kendine güvenmiyorsa insan dünya ile sınanmaktan sakınmalı, bunun için dua etmeli.Dünya, gönül ehli insanlar için bile yaman bir sınanma meydanıdır.

Bu sırrı anlatan güzel bir hikâye: 

Sultan Ahmet'le aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri... Biri memlekette sultan. Diğeri gönüller sultanı; lakin birbirlerini de pek severler. Sultan Ahmet, gönülden bağlıdır Hüdayi Hazretleri'ne bir hediye sunmak ister ona. Mürşidi bu hediyeyi kabul ederlerse çok mutlu olacaktır.

Sultan, düşündüğü münasip hediyeyi bir gün Hüdayi Hazretleri'ne gönderir ama korkulan olur, hediye kabul edilmez. Bu reddediş, Sultan'a karşı gelmek, onu kırmak mânasına gelmez şüphesiz. Bir prensip meselesi. Allah dostlarının dünya metaına bakışının bir ölçüsü.
Sultan Ahmet, iade edilen değerli hediyeyi bu defa devrin maneviyat büyüklerinden Abdülmecid Sivasi'ye gönderir. Ve hediye kabul edilir.
Şimdi izaha muhtaç hayret-feza bir durum ortaya çıkmıştır.

Sivasi Hazretleri'ne söylerler: Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri bu hediyeyi kabul etmedi.
Cevap gelir:
- Hüdayi Hazretleri bir karga değil ki leşi kabul etsin!
Şimdi büyük bir istifham doğmuştur.
Bu defa Aziz Mahmud Hüdayi Hazret-leri'ne gider, soruya çevirerek ona sorarlar:
- Sizin kabul etmediğiniz hediyeyi Şeyh Sivasî kabul etti.
Cevap gelir:
- Onun açısından bir mahzur yoktur çünkü derya bir miktar çamurla bulanmaz.


Ölçüye çok dikkat etmeli. Dünyada olmak ama 'dünyacı' olmamak. 

Mal, mülk, şöhretin merkezinde olunsa da kalp selametini hep korumak!




M. Said Türkoğlu

24 Ağustos 2013

Ahhh Kalbim..

En ağırı bir dosta derdini anlatmaya çalışmak. Yüzüne bakıp da derdini hissetmeyen dosta kelimelerin zaten gücü yetmez..
 
Tarık Tufan




"Allah’tan başka kimsem yok" dedi kadın.
Bir yanıyla dibi görünmeyen yalnızlık diğer yanıyla her şey umut.

Tarık Tufan
 

Hadi birlikte İnşirah okuyalım, Allah
kalbimizi genişletir
Merak etme hiç bir tahayyül, mukadder olanı değiştirmeye yetmez.
Kalbini ferah tut. Dua edelim.
Şurada güneşe ne kaldı.

Tarık Tufan

22 Ağustos 2013

ALLAH’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikayet ediyorum!



ALLAH’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikayet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!..
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!..
Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!..
Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!..
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!..

Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?..
Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok,ALLAH için ve ümmetin namusu için kızacak?..
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!..
Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? ..
  Siyonist katilleri ve uluslararası işbirlikçilerini görmezden gelirken!..Omuzlarımıza el verecek ve göz yaşlarımızı silecek bir bakış!..

Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilatları ve bariz şahsiyetleri,ALLAH için kızmaz mı!? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye;
Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! diye çağıramaz mı!?..
Buna da mı gücünüz yetmiyor!?..

Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!..
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek!..
Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!..
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin!..
Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz. Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!..
Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!..
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! ..Temennimiz, ALLAH’ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır!..Umarız bizim aleyhimize olmazsınız! ALLAH aşkına, bari aleyhimize olmayın!..


Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!..

ALLAH’ım!
 Sana şikayette bulunuyorum..
 Sana şikayette bulunuyorum..
Sana şikayette bulunuyorum..

Gücümün azlığını, imkanımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikayet ediyorum..
 
Sen mustazafların RABBisin..
 Sen bizim RABBimizsin Bizi kime bırakıyorsun?..
Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?..

ALLAHım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına sana şikayette bulunuyorum…

Sana şikayette bulunuyorum!
 Gücümüz dağıldı ve Birliğimiz bozuldu Yollarımız ayrıldı Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikayet ediyoruz…
ŞEYH AHMET YASİN
 Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et!  
Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! 
Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! 
 Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et!
  Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et!
  Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! 
 Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! 
 Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! 
 Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et! 
Ey RABBimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mümin kullarına yardım et!
:( 

Ne söylenir; ne yazılır..

Rabbim katından indireceğin her hayra muhtacız.. 

22 Temmuz 2013

Mızıkadan..

 Fotoğraf: "Ramazan bir hakem gibi çalar düdüğünü ve oyunu durdurur. Herkesin yerinde donup kaldığı an,haritada yerimizin gösterildiği. Irmak mı dere mi olduğumuzu fark ettiğimiz."

Ali Ural

"Önümüzdeki en büyük engele yani kendimize “Yolumdan çekil!” demedikçe başkalarından şikayet etmeye ne hakkımız var! 

Kendine ayağı takılmadan yürüyebilen insana kim çelme takabilir!"

Ali Ural

20 Temmuz 2013

dİL / derT




Hiç kimse bir dili derdini anlatabilecek kadar öğrenemez..
Dert dile sığsa dert olmaz..

TARIK TUFAN

12 Temmuz 2013

Ramazan, Kur’an yörüngeli bir hayata adımdır..

 
Ramazan ayı gelmeden evlerde, camilerde ve kurslarda mukabeleler başladı.

Ebu Davud’dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim’i okuyan ve okutanınızdır.” Ramazan ayının Kur’an ayı olduğunu söyleyen İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukukçusu Doç. Dr. Abdüsselam Arı, Peygamber Efendimiz’in (sas) her Ramazan ayında Hz. Cebrail’e (as) Kur’an-ı Kerim’i arz ettiğini belirtiyor. Kur’an okumanın büyük sevabı olduğunu aktaran Arı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Kur’an-ı Kerim’i okumadaki asıl amaç, Kur’an lafızlarını okuyup bununla yetinmek değil, Allahu Teâlâ’nın insanlığa gönderdiği mesajları anlamak. Ama kişi sadece anlamakla kalmamalı, anladığını yaşamalı ve bunu hayatına taşımalı.”

Bütün bir yıl Kur’an-ı Kerim’i okumak gerektiğine değinen Arı, “Ramazan ayında Kur’an’ı oruçla okumak kişiye ayrı bir tat veriyor. Kişiyi farklı ufuklara götürüyor. Bu anlamda Kur’an’la oruç arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyorum. Geri kalan 11 ayda da okumalar kişiyi dinî hayatında diri tutar. Müslüman oruçluyken kendisini günahlara karşı mesafeli tutuyor.” ifadelerini kullanıyor. Peygamber Efendimiz (sas)’in ahlakının Kur’an olduğunu ifade eden Arı, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Efendimiz (sas), hayatımızdaki en büyük örnek. Amacımız O’nun gibi olmaya çalışmak olmalı. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’i sadece okumakla kalmayalım ve hayatımıza dönüştürelim.”

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Başkanı  Prof. Dr. Mustafa Ertürk de, bütün aylar için Müslümanlık ya da İslam’ı hayata aksettirmenin aynı olması gerektiğine dikkat çekiyor ve ekliyor:  “Ramazan’da yoğun bir ibadet olması yönüyle farklılık olabiliyor. Diğer aylarda olduğu gibi Ramazan ayında da Müslümanlar öncelikle Kur’an’ı anlayarak okumalı ki anladığı şeyleri hayatına aksettirebilsin. Bilhassa Hz. Peygamber’in ifadesiyle haramlardan, yasaklardan kesinlikle kaçınmalı, emrettiklerini de elden geldiğince yapmalı.”

Ramazan Müslümanlığı değil, 12 ay Müslümanlığı esas alındığında problemlerin ortadan kalkacağını belirten Ertürk sözlerini şöyle sürdürüyor: “Allah katında en makbul ibadet az da olsa devamlı olanıdır. Yani Nebevi sünnetin ilkesinde, devamlılık esastır.

Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’i yavaş yavaş, anlayarak okuyup hayatımıza da sindire sindire tatbik ettiğimiz sürece bir anlamı olacak.”

14 Haziran 2013