"RABBİM BANA YAKIN OLSUN; ERİŞMEZ BU GÖNLE KEDER.. CÜMLE ÂLEM DÜŞMAN OLSUN TEK RABBİM "KULUM" DESİN YETER.."
2 Aralık 2012
Hayatın efendisi olmak..
Necip Fazıl diyor ki,”Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu…”
Bu kadar kıymetli olan yerin ücreti de fazladır.
İnsanların çoğu alışkanlıklarının
kölesidir. Bu kölelerden hayır gelmez. Bunların iradesi zayıf olduğu
gibi, Allah’a itaatleri de zayıftır. Girilen her bir günah,
itaatsizliğin alametidir. Haramda hayır olmadığı gibi, cezası da peşin
gelir. Nefis, şeytanın arkadaşıdır. Şeytan, dinin düşmanıdır. Bugün öyle
bir toplumda yaşıyoruz ki, insan insanın rahmanı, insan insanın şeytanı
olmuş. Allah iyilerle karşılaştırsın.
27 Kasım 2012
Çamlıca'dan aldığım ders...
Bir insan maddi olarak kalkındıkça manevi yönü fakirleşebilir. Bu
sebepten başta peygamberler olmak üzere, evliya-i kiram, İslam âlimleri
zenginlikten, gösterişten, rahat yaşamaktan kaçınmışlardır.
Yanlış anlaşılmasın; Müslüman fakir olsun, demiyoruz. Evvela
zekât verecek kadar zengin olmamızı Allah emrediyor. Buradaki mesele
şöyledir: Zengin olan, malı elinde tutmayacak, dağıtacak. Zengin olan,
zenginliğin meşguliyetiyle İslamiyet'i unutmayacak.
İnsanlık tarihini incelediğimizde Allah'ın bazı toplumları bir felaket gönderip yok ettiğini görüyoruz. Bu toplumları incelediğimde fark ettim ki onlar zenginlikle şımaran toplumlardır. Arkeoloji kitaplarını inceledim. Gördüm ki bu toplumlar maddi kalkınmasının zirvesine ulaştığında helak olmuş! Kendini Allah'a muhtaç hissetmediği noktada insana ve insanlığa mutlaka büyük bir felaket gönderilir.
Allah'ın Samed isminin manası şudur:
Her şey Allah'a muhtaçtır, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Ya Allah'a muhtaç olacağız ya da Allah, içinde bulunduğumuz en güzel şartları tarumar eder, bizi kendine muhtaç eder... Bu sebepten mutasavvıfların ekserisi uzlete çekilip çilehanenin kapısını bile kilitlemişlerdir. Çünkü rahat yaşamak, meşguliyet ister. Hâlbuki ömür kısa; cennete gitmek için tek sermaye, kalan ömrümüz...
Mesela Üstad Bediüzzaman, "İstanbul'un mevkice en güzel yeri olan Çamlıca'da oturuyordum." diyor. "Dünyada herkesten ziyade kendimi mesut bilirken, âyineye baktım, saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm. Kalben merbut olduğum ve medar-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, esbabı tetkike başladım. Hangisini tetkik ettimse, baktım ki, çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda, en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. Kalbime dedim: 'Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize, pek çok insanlar gıpta ile bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar? Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum?'
Bu örnekten hareketle, saadet-i dünyeviye nedir, sorusuna şöyle cevap verebiliriz: Güzel bir ev, yeterli bir gelir, çoluk çocuk, dostlar... İşte saadet-i dünyeviye budur. Amma bir de bakıyoruz ki ömür geçmiş, saydığımız mutluluklar bir bir kaybolup gitmiş.
Fani şeyleri bakiye tebdil etmenin yolu; Allah için işlemek, Allah için görüşmek, Allah için çalışmak, O'nun rızası dairesinde hareket etmektir...
HEKİMOĞLU İSMAİL
İnsanlık tarihini incelediğimizde Allah'ın bazı toplumları bir felaket gönderip yok ettiğini görüyoruz. Bu toplumları incelediğimde fark ettim ki onlar zenginlikle şımaran toplumlardır. Arkeoloji kitaplarını inceledim. Gördüm ki bu toplumlar maddi kalkınmasının zirvesine ulaştığında helak olmuş! Kendini Allah'a muhtaç hissetmediği noktada insana ve insanlığa mutlaka büyük bir felaket gönderilir.
Allah'ın Samed isminin manası şudur:
Her şey Allah'a muhtaçtır, Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Ya Allah'a muhtaç olacağız ya da Allah, içinde bulunduğumuz en güzel şartları tarumar eder, bizi kendine muhtaç eder... Bu sebepten mutasavvıfların ekserisi uzlete çekilip çilehanenin kapısını bile kilitlemişlerdir. Çünkü rahat yaşamak, meşguliyet ister. Hâlbuki ömür kısa; cennete gitmek için tek sermaye, kalan ömrümüz...
Mesela Üstad Bediüzzaman, "İstanbul'un mevkice en güzel yeri olan Çamlıca'da oturuyordum." diyor. "Dünyada herkesten ziyade kendimi mesut bilirken, âyineye baktım, saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm. Kalben merbut olduğum ve medar-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, esbabı tetkike başladım. Hangisini tetkik ettimse, baktım ki, çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda, en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. Kalbime dedim: 'Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki, hakikat noktasında acınacak halimize, pek çok insanlar gıpta ile bakıyorlar. Bütün bu insanlar divane mi olmuşlar? Yoksa şimdi ben divane mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divane görüyorum?'
Bu örnekten hareketle, saadet-i dünyeviye nedir, sorusuna şöyle cevap verebiliriz: Güzel bir ev, yeterli bir gelir, çoluk çocuk, dostlar... İşte saadet-i dünyeviye budur. Amma bir de bakıyoruz ki ömür geçmiş, saydığımız mutluluklar bir bir kaybolup gitmiş.
Fani şeyleri bakiye tebdil etmenin yolu; Allah için işlemek, Allah için görüşmek, Allah için çalışmak, O'nun rızası dairesinde hareket etmektir...
HEKİMOĞLU İSMAİL
25 Ekim 2012
Bayramım/ız..

Bayramın 1. günü,
Burağımızın 2. ayı
:)
Hayırlı olsun..
Güzel olsun..
Güzellikler olsun..
Sağlıkla, huzurla dolsun..
16 Ekim 2012
Zilhicce ayının ilk 10 günü ile Rabb’inize yaklaşın!
Yapılan
amellere 700 misli sevap verilen zilhicce günleri başlıyor. Ayette
üzerine yemin edilen bu kutlu 10 gece için, Peygamber Efendimiz (sas) de
tesbihi (Sübhanallah), tahmidi (Elhamdülillah), tehlili (Lâ ilâhe
illâllah) ve tekbiri (Allah-u Ekber) çokça söylemeyi tavsiye ediyor.
Peygamber
Efendimiz (sas)’in “Allah’a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce’nin
ilk on gününden daha sevimli günler yoktur.” dediği o günlere girmek
üzereyiz. Kur’an-ı Kerim’de Fecr Sûresi’nin başında, “On geceye yemin
olsun ki...” diye bahsedilen o günler bu yılki takvime göre 16 Ekim-25
Ekim tarihlerine denk geliyor. Kurban Bayramı’nın 1. gününe kadar
sürecek bu kutlu zaman dilimini ibadetlere daha da özen göstererek
değerlendirmek çok önemli.
Maneviyata duyarlı sineler,
hüzünle ayrıldığı Ramazan’ın ardından şevvalde altı gün oruçlarıyla
hasret giderse de, zilhiccenin ilk on günüyle âdeta teselli bulur. Bir
nevi Ramazan’ın devamı gibi olan bu günler, “Ramazan’ı hakkıyla ihya
edebilseydim...” diye yanan sinelere muhteşem bir fırsattır. Allah (cc)
Recep, Şaban, Ramazan ayları ve Regaip, Miraç, Berat, Kadir gecelerine,
Zilhicce’nin ilk on gecesini ekleyerek kâmil insan olabilme adına
bizlere bir kutlu zaman dilimini daha lütfediyor.
İlahiyatçı
yazar Dr. Selman Kuzu, “Zilhiccenin ilk 10 gecesi, bizim farkında
olmadığımız fakat Rabb’imizin yemin ederek önemine dikkat çektiği
gecelerdir.” dediği bu kutlu zamanları dua, tevbe ve istiğfar günleri
olarak değerlendirmenin önemli olduğunu vurguluyor. Kuzu, “Hac
günlerinin feyiz ve bereketinden istifade etmeli. Bu kutlu zaman
diliminin bereketi sadece hacca gidenlere ait değil. Gidemeyenler de,
Zilhicce’nin ilk on gecesini bulundukları coğrafyalarda değerlendirerek
günahlarının affına kapı aralamalıdır.” diyor. İlahiyatçı yazar,
Efendimiz’in (sas) de mümkünse bugünlerin oruçlu geçirilmesini tavsiye
buyurduğunu ifade ederek, “Zilhicce’nin ilk günlerinde tutulan oruç, bir
yıl oruç tutmaya, bir gecesini ihya etmek de Kadir Gecesi’ni ihya
etmeye bedeldir.” hadis-i şerif’ini hatırlatıyor.
Bu on günü nasıl değerlendirebiliriz?
Her şeyden önce beş vakit namazı asla ihmal etmemeli; kuşluk, evvabin, teheccüd gibi nafile namazlarla da Allah’a yaklaşmalı.
Peygamber Efendimiz’in (sas) hiç terk etmediği Zilhicce’nin ilk on gün orucunu biz de kaçırmadan tutmaya gayret etmeliyiz.
Bu
on gecede daha az uykuyla idare edip maç, dizi gibi televizyon
programları ve internet gibi uğraşlarla bu kutlu vakitleri
değerlendirmekten geri durmamalıyız. Zamanımızı Kur’an-ı Kerim okuyarak,
tevbe istiğfar çekerek, evrad-ı ezkar ve dua ederek geçirmeye gayret
etmeliyiz.
Bugünlerde sağlığımıza dikkat edip, ibadet ve evrad-ı ezkardan geri kalmamalıyız.
Eğer
mesaiye bağlı bir işimiz yoksa bu on günü sanki i’tikafa girmiş gibi
dolu dolu değerlendirmeli, bunun mümkün olmadığı durumlarda da izin ya
da tatil günlerini oruç ve ibadetle geçirmeye gayret etmeliyiz.
Bu
10 günün özellikle arife gününe denk gelen 9. gününü bayramlık ve
kurbanlık alışverişiyle zayi etmemek için, hazırlıklarımızı önceden
yapmaya gayret etmeliyiz.
Bu kutlu zaman dilimlerinde kişiyi meşgul edecek misafirlik, yolculuk ve yorucu işlerden uzak durmalıyız.
Efendimiz’in
de (sas) tavsiye buyurduğu gibi Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilâhe
illâllah ve Allah-u Ekber’i çokça söylemeliyiz.
ZEYNEP KIRŞAN
......
Hakkıyla ihya edebilmek, bu mübarek günlerden nasiplenebilmek duasıyla..
Dualarınızı bekliyorum :)
4 Ekim 2012
Türkiyedeyim..
Yazmayalı, yazamayalı uzun zaman oldu Seyr-ü Sefam..
En büyük zenginlik sağlık-mış..
Dert ettiğimiz şeyler aslında nokta hükmünde bile değil-miş..
Hayat imtihan hayatı işte.. İnşallah kazananlardan oluruz..
Son kayıtta hayırlı haberler yoktu, ama hamd olsun dualarınızla, Allahın izniyle çok daha iyiyim, daha da iyi olacağım inşAllah..
Burak bebek de daha iyi gaz sancılarını saymazsak :)
Dua edin inşallah..
Selametle..
En büyük zenginlik sağlık-mış..
Dert ettiğimiz şeyler aslında nokta hükmünde bile değil-miş..
Hayat imtihan hayatı işte.. İnşallah kazananlardan oluruz..
Son kayıtta hayırlı haberler yoktu, ama hamd olsun dualarınızla, Allahın izniyle çok daha iyiyim, daha da iyi olacağım inşAllah..
Burak bebek de daha iyi gaz sancılarını saymazsak :)
Dua edin inşallah..
Selametle..
6 Eylül 2012
Erken doğum yaptım..
S.a Seyrü Sefam bu haberi sana daha güzel bir pisikolojiyle vermek isterdim ama ya Nasip..
33. haftada gebelik zehirlenmesiyle erken doğum yaptım..
1 haftadan fazla yoğun bakımda kaldım..
Benim bu zehirlenmeyle vucudumdaki butun rahatsızlar ortaya çıkmış, akut böbrek yetmezliği; epileptik ve beyinsel rahatsızlıklar vs vs.. Diyalize girebilme ihtimalim çok yuksek.. İnşAllah hayır ve şifa dualarınızı bekliyorum.. En kısa sürede Türkiyeye gelip araştırmaya gireceğim ama uçak bileti bulamıyoruz imtihan işte..
Eşim ve arkadaşlarım ve ailemin dualarıyla daha iyiyim.. Allah hepsinden Razı olsun.. İnşAllah sizlerin de duasını bekliyorum..
Bebeğimiz iyi çok şükür en iyi tarafı bu hamd olsun.. Ama ben nükseden panik atağımla beraber o kadar yorgun ve kötü bir pisikolojideyim ki Can parçama bakamıyorum bile..
Mevlam neyler neylerse güzel eyler dua edin inşAllah..
33. haftada gebelik zehirlenmesiyle erken doğum yaptım..
1 haftadan fazla yoğun bakımda kaldım..
Benim bu zehirlenmeyle vucudumdaki butun rahatsızlar ortaya çıkmış, akut böbrek yetmezliği; epileptik ve beyinsel rahatsızlıklar vs vs.. Diyalize girebilme ihtimalim çok yuksek.. İnşAllah hayır ve şifa dualarınızı bekliyorum.. En kısa sürede Türkiyeye gelip araştırmaya gireceğim ama uçak bileti bulamıyoruz imtihan işte..
Eşim ve arkadaşlarım ve ailemin dualarıyla daha iyiyim.. Allah hepsinden Razı olsun.. İnşAllah sizlerin de duasını bekliyorum..
Bebeğimiz iyi çok şükür en iyi tarafı bu hamd olsun.. Ama ben nükseden panik atağımla beraber o kadar yorgun ve kötü bir pisikolojideyim ki Can parçama bakamıyorum bile..
Mevlam neyler neylerse güzel eyler dua edin inşAllah..
25 Ağustos 2012
Depresyona girmemenin şartı kadere iman etmektir!..
Her şey bir nizam içindedir. Atomdan güneş sistemine kadar her şey bir nizam içinde doğar, yaşar ve göçüp gider.
Bu çerçeveden bakıldığında eğer bir şahıs kadere tam manasıyla
iman ederse külli nizamı anlamış demektir. Külli nizamı anlayan,
Allah'ın kendi hayatındaki icraatına razı olur; böylece rahatlar.
Gönlümüze göre bir dünya isteriz amma dünya bizim gönlümüze göre
olmuyor. O zaman olana razı olmalı ki, dert birden bine çıkmasın.
Mesela tatil gününde pikniğe gitmek isteyen, yağmur yağınca "Zamanı mıydı?" diye isyan eder. Şuurlu Müslüman ise "Bunda da bir hayır vardır." der ve rahat eder.
Şu dünyada öyle felaketler var ki, bu felaketler karşısında insan bazen çıldıracak duruma gelir. Amma gereği gibi iman eden Müslüman için kader, fırtınaya tutulmuş geminin yanaştığı liman gibidir.
Kâinat kitabından bir örnekle bu meseleyi açıklayalım: Mesela küçücük bir çekirdeğin içinde koskocaman bir ağaç, meyveler, yapraklar, vitaminler; yani büyük bir fabrika bulunur. Aynı şekilde küçük bir yumurtanın içinde civciv var. Bu örneklerden anlarız ki, hiçbir hadise göründüğü gibi değildir. Kim bilir o hadise nasıl bir sonuca ulaşacak? Nasıl ki dağlardan çıkan nehirler, bağları bahçeleri, ovaları sular, rızkın artmasına sebep olur; aynen öyle de her hadisenin bir sebebi ve istikameti vardır. İçinde çok hikmetler bulunur.
Başına gelen felaketlere kader nazarıyla bakamadığı için pek çok arkadaş bunalım geçirdi. Onlara diyorum ki; "Depresyona girmemenin birinci koşulu geçmiş ve gelecekle meşgul olmamaktır. Geçmişi bırak değiştiremezsin, geleceği bırak hükmedemezsin; o tarlalar dikenlidir. Bulunduğun ânı İslam'a uydur."
Üstat Bediüzzaman Said Nursi buyurmuş ki, "Bazen zulüm içinde adalet tecelli eder. Yâni, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakıa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya mahkûmiyete istihkak kesbetmiş olan kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete sürer. Bu, adalet-i İlâhiyenin bir nevi tecellisidir."
İnsan, hücrelerinin sayısı kadar felaketlere namzettir. Bu felaketlerin bütününden insanı koruyacak olan Allah'tır.
Müslüman'a yakışan, Allah'tan razı olmaktır...
Mesela tatil gününde pikniğe gitmek isteyen, yağmur yağınca "Zamanı mıydı?" diye isyan eder. Şuurlu Müslüman ise "Bunda da bir hayır vardır." der ve rahat eder.
Şu dünyada öyle felaketler var ki, bu felaketler karşısında insan bazen çıldıracak duruma gelir. Amma gereği gibi iman eden Müslüman için kader, fırtınaya tutulmuş geminin yanaştığı liman gibidir.
Kâinat kitabından bir örnekle bu meseleyi açıklayalım: Mesela küçücük bir çekirdeğin içinde koskocaman bir ağaç, meyveler, yapraklar, vitaminler; yani büyük bir fabrika bulunur. Aynı şekilde küçük bir yumurtanın içinde civciv var. Bu örneklerden anlarız ki, hiçbir hadise göründüğü gibi değildir. Kim bilir o hadise nasıl bir sonuca ulaşacak? Nasıl ki dağlardan çıkan nehirler, bağları bahçeleri, ovaları sular, rızkın artmasına sebep olur; aynen öyle de her hadisenin bir sebebi ve istikameti vardır. İçinde çok hikmetler bulunur.
Başına gelen felaketlere kader nazarıyla bakamadığı için pek çok arkadaş bunalım geçirdi. Onlara diyorum ki; "Depresyona girmemenin birinci koşulu geçmiş ve gelecekle meşgul olmamaktır. Geçmişi bırak değiştiremezsin, geleceği bırak hükmedemezsin; o tarlalar dikenlidir. Bulunduğun ânı İslam'a uydur."
Üstat Bediüzzaman Said Nursi buyurmuş ki, "Bazen zulüm içinde adalet tecelli eder. Yâni, insan bir sebeple bir haksızlığa, bir zulme maruz kalır, başına bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atılır. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vakıa adaletin tecellisine bir vesile olur. Kader-i İlâhî başka bir sebepten dolayı cezaya mahkûmiyete istihkak kesbetmiş olan kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptırır, felâkete sürer. Bu, adalet-i İlâhiyenin bir nevi tecellisidir."
İnsan, hücrelerinin sayısı kadar felaketlere namzettir. Bu felaketlerin bütününden insanı koruyacak olan Allah'tır.
Müslüman'a yakışan, Allah'tan razı olmaktır...
HEKİMOĞLU İSMAİL
24 Ağustos 2012
22 Ağustos 2012
Şevval Orucu
Ramazan-ı Şerif'ten sonraki Şevval ayında oruç tutmak öteden beri sevimli bir adet olarak gelmiştir.

"Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki Şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!."(Riyazü's-Salihin, C.2,S.510,2.)
Demek
ki, bir aylık Ramazan orucundan sonra Şevvâl'de de altı gün oruç
tutarak orucunu otuz altıya çıkaran kimse, bütün seneyi oruçlu geçirmiş
gibi sevap almaktadır.
Âlimlerimiz, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın izahını şöyle yapmaktalar:
Ramazan boyunca oruç tutan insan her orucuna on sevap almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir sene.. Dolayısıyla hadîsin işaret ettiği sırra nâil olur. Bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi mânevî kazanç elde edebilir.
Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını alabilir.. İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir. Bu bir niyet ve yorum meselesidir.
Tıpkı yolun kenarına uzaklardan bir taşı yuvarlayarak güç bela getirip yerleştiren adamla, bu taşı oradan aynı güçlükle uzaklaştıran bir başka adamın niyeti ve yorumu gibi.
Biri düşünmüş ki:
- Bu çölün ortasında yaşlı bir adam yolda giderken bineğine binmek istese, üzerine çıkıp da hayvana binebileceği yüksek bir yer yoktur. Öyle ise şu taşı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de, yolda gitmekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarına binmek istediklerinde taşın üstüne çıkıp bineklerinin üzerine kolayca atlasınlar, sevabı da bana olsun. Adamın bu hâlis niyetine bakan Rabbimiz ondan razı olmuş, istediği sevabı ihsan eylemiş.
Böyle güzel niyetle getirilen taşı oradan öfke ile yuvarlayıp uzaklaştıran adam ise şöyle düşünmüş:
- Bu taşı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, gözleri görmeyenler, karanlıkta fark edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan uzaklaştırayım da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun.
İşte bu adam da taşı buradan uzaklaştırdığından dolayı Allah rızasını kazanmış, ümit ettiği sevaba nail olmuş. Her ikisinde de niyet hâlis, yorum makul...
Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak, belki Rabbimiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir, hatâlarımızı affedebilir.. Rabbimizin hudutsuz rahmetine kimse sınır çizemez. Kimse kendi cimriliğini O' na da şâmil kılamaz.
Bu orucun arka arkaya olması şart değildir. şevvâl ayı içinde olması yeterlidir.
Bir de Ramazan içinde tutulamayan oruçlar varsa, önce o borç olanı tutmak da makul ve meşru olur. Bir an önce borçtan kurtulmayı düşünmek elbette çok yerindedir. Ancak borcu sonra da tutabilirim diye de düşünebilir.. Bu bir tercih meselesidir. Her ikisi de caizdir.
Bir diğer husus da, Şevval ayında iki bayram arası nikah yapılmaz iddiası vardır ki, artık bu batıl iddia etkisini kaybetmektedir. Çünkü Aişe validemizin nikahı Şevvalde olmuş, yani iki bayram arasında yapılmış, ne uğursuzluk, ne de bir başka dinî yasak söz konusu olmuştur. Bu yanlış yorum şuradan da beslenmiş olabilir. şayet bayram cuma gününe rastlarsa, bayram namazı ile cuma namazı arası iki bayram namazı arasıdır. Böylesine dar bir vakte nikahı sıkıştırmayın, iki bayram namazının dışında yapın nikahınızı, tavsiyesini, Ramazan ve Kurban Bayramı arası gibi geniş zamana yayanlar, böyle bir yanlış anlamaya sebep olmuşlardır, diye de düşünülebilir.
Bir Menkîbe
Süfyanı Sevri anlatıyor:
- Ben Mekke-i Mükerreme'de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:
-Ben öldüğüm vakitde kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece beni terk etmeyip kabrimde gecele. Mükireyn suali anında bana Tevhid'i telkin et!, dedi.
Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken :
-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.
O zaman:
-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum
Bana cevap olarak:- Ramazan-ı şerifin orucunu tutup şevval'den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.
O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve "Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve şevval'den altı gün orucuna muvaffak kıl" diye dua ettim. Allahü Teala Hazretleri beni de muvaffak kıldı.
Âlimlerimiz, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi sevap almanın izahını şöyle yapmaktalar:
Ramazan boyunca oruç tutan insan her orucuna on sevap almışsa yekûnu üç yüz eder. Şevvâl ayında tuttuğu altı orucuna da onardan altmış sevap alınca, eder üç yüz altmış. Yani bir sene.. Dolayısıyla hadîsin işaret ettiği sırra nâil olur. Bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi mânevî kazanç elde edebilir.
Aslında bu gibi mânevî konularda esas olan, o işi ihlasla yapmak, büyük bir gönül arzusu ile talip olmak mühimdir. Bâzen öyle oruçlar olur ki, tutanın gönlünde beslediği derin ve sâfî ihlas yüzünden 360 gün değil, belki 360 senelik nâfile oruç sevabını alabilir.. İhlas ile kim ne isterse Rabbimiz onu verebilir. Bu bir niyet ve yorum meselesidir.
Tıpkı yolun kenarına uzaklardan bir taşı yuvarlayarak güç bela getirip yerleştiren adamla, bu taşı oradan aynı güçlükle uzaklaştıran bir başka adamın niyeti ve yorumu gibi.
Biri düşünmüş ki:
- Bu çölün ortasında yaşlı bir adam yolda giderken bineğine binmek istese, üzerine çıkıp da hayvana binebileceği yüksek bir yer yoktur. Öyle ise şu taşı yuvarlayıp yolun kenarına getireyim de, yolda gitmekte olan yaşlı ve çocuklar hayvanlarına binmek istediklerinde taşın üstüne çıkıp bineklerinin üzerine kolayca atlasınlar, sevabı da bana olsun. Adamın bu hâlis niyetine bakan Rabbimiz ondan razı olmuş, istediği sevabı ihsan eylemiş.
Böyle güzel niyetle getirilen taşı oradan öfke ile yuvarlayıp uzaklaştıran adam ise şöyle düşünmüş:
- Bu taşı buraya getiren kimse ne kadar da yanlış bir iş yapmış. Hiç düşünmemiş ki, gözleri görmeyenler, karanlıkta fark edemeyenler taşa takılıp yere düşerler. Şu taşı buradan uzaklaştırayım da kimse takılıp yere düşmesin, sevabı da bana olsun.
İşte bu adam da taşı buradan uzaklaştırdığından dolayı Allah rızasını kazanmış, ümit ettiği sevaba nail olmuş. Her ikisinde de niyet hâlis, yorum makul...
Biz de sâfi bir niyetle altı gün orucumuzu tutarsak, belki Rabbimiz bu niyetimize, bu bağlılığımıza bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi sevaplar ihsan edebilir, hatâlarımızı affedebilir.. Rabbimizin hudutsuz rahmetine kimse sınır çizemez. Kimse kendi cimriliğini O' na da şâmil kılamaz.
Bu orucun arka arkaya olması şart değildir. şevvâl ayı içinde olması yeterlidir.
Bir de Ramazan içinde tutulamayan oruçlar varsa, önce o borç olanı tutmak da makul ve meşru olur. Bir an önce borçtan kurtulmayı düşünmek elbette çok yerindedir. Ancak borcu sonra da tutabilirim diye de düşünebilir.. Bu bir tercih meselesidir. Her ikisi de caizdir.
Bir diğer husus da, Şevval ayında iki bayram arası nikah yapılmaz iddiası vardır ki, artık bu batıl iddia etkisini kaybetmektedir. Çünkü Aişe validemizin nikahı Şevvalde olmuş, yani iki bayram arasında yapılmış, ne uğursuzluk, ne de bir başka dinî yasak söz konusu olmuştur. Bu yanlış yorum şuradan da beslenmiş olabilir. şayet bayram cuma gününe rastlarsa, bayram namazı ile cuma namazı arası iki bayram namazı arasıdır. Böylesine dar bir vakte nikahı sıkıştırmayın, iki bayram namazının dışında yapın nikahınızı, tavsiyesini, Ramazan ve Kurban Bayramı arası gibi geniş zamana yayanlar, böyle bir yanlış anlamaya sebep olmuşlardır, diye de düşünülebilir.
Bir Menkîbe
Süfyanı Sevri anlatıyor:
- Ben Mekke-i Mükerreme'de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:
-Ben öldüğüm vakitde kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece beni terk etmeyip kabrimde gecele. Mükireyn suali anında bana Tevhid'i telkin et!, dedi.
Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana emrettiğinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim. O gece uyku ile uyanıklık arasında iken :
-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.
O zaman:
-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum
Bana cevap olarak:- Ramazan-ı şerifin orucunu tutup şevval'den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.
O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve "Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve şevval'den altı gün orucuna muvaffak kıl" diye dua ettim. Allahü Teala Hazretleri beni de muvaffak kıldı.
MEHMET PAKSU
20 Ağustos 2012
Haramlardan her kaçışımız bir bayramdır!
![Fotoğraf: (Kıyamette, amel defterinde çok istiğfar bulunanlara, müjdeler olsun!)
[Beyheki] “ Hadis-i Şerif “](https://fbcdn-sphotos-c-a.akamaihd.net/hphotos-ak-snc7/c0.0.403.403/p403x403/402139_10150967973385855_883618506_n.jpg)
Allah’ın emrine ittiba ettiğimiz her an, bayramımızdır.
Öyleyse Allah’ın emrine uyma hali devam etmeli ki ömrümüz bayram gibi geçsin.
Mademki her yerde ve her zaman
kalbimizi çalıştıran, damarlarımızda kanımızı dolaştıran Allah’tır; öyleyse her
zaman ve her yerde haramdan kendimizi çekmek gerekir. İşte gerçek bayram budur.
Diyorlar ki, “Deliye her gün bayram!..” Doğrudur… Haramların zevkinden kaçıp,
helal dairenin çilelerine katlanmak da bir nevi deliliktir(!)
Helal dairede kalırken, haramlardan
kaçmanın sevinci yaşanır. Ben içmedim, çamura düşmedim, haram bataklığına düşüp
rezil olmadım. Benim din kardeşlerime kinim yok, düşmanım yok… Bayrama bakın!..
Haramlardan her kaçışımız bir bayram!..
Müslümanlar bayramda gezmenin ve
dinlenmenin tadını çıkarıyorlar. Bu gezmelere haram katmak, bayrama yakışmaz.
Mesela bayram giysileri alırken, tesettüre dikkat etmek lazım… Bayram
ziyaretlerinde gıybet etmemek, ikramlarda abartıya kaçmamak lazım… Bayram
yaparken, günah işlemek bayrama yakışmaz. Çocukken bayramda bana yepyeni bir
elbise giydirdiler. Ben seviniyordum. Amma arkadaşlarımın yanına gidince
onların gıptalı bakışları beni çok üzdü. Bir an evvel eve gittim, bayramlık
elbisemi çıkardım, gündelik elbiselerimi giydim. O halimle arkadaşların yanına
gelince rahat ettim.
Bayram geldi. Yaşlıların gözü yollarda… Ziyarete gelen var
mı? Bayram geldi, fakirlerin kulağı kapıda, hediye getiren var mı? Demek ki
bayramın iki önemli esası var. Biri ziyaret, ikincisi hediyeleşmek…
Başımdan
geçen bir olayı anlatayım: Hastanede yattığım sıralarda yaşlı bir hastaya
doktor geldi, dedi ki: “Haydi gözün aydın! Seni bugün taburcu edeceğiz.” Hasta
dedi ki: “Doktor bey, beni hastaneden çıkaracaksınız amma gidecek yerim yok.
Beni öldürsen daha büyük iyilik yapmış olurdun.” Doktor irkildi, “Öyle şey
olmaz!” dedi. “Bizim vazifemiz tedavi etmektir. Tedavi olan hastayı da
çıkaracağız ki onun yerine başka hasta alalım.” O yaşlı hasta ellerini açtı,
“Allah’ım, ben Senden şifa istemedim. Canımı al diye yalvardım.”
Bu bayramda
bir fakirin, bir kimsesizin kapısını çalarsak, yalnızlığın ne büyük imtihan
olduğu daha iyi anlaşılır…
“Bayramınız mübarek olsun.”
diyorlar. Bayram zaten mübarektir. Biz nasıl mübarek olacağız, onun hesabını
yapmak lazım.
İnsanlar bir taraftan dünyaya geliyor.
Bir taraftan dünyadan gidiyor. Nereden geldim, niçin geldim, nereye gideceğim?
Bu sorulara cevap arayıp bulanların bayramı kutlu olsun…
En büyük bayram, Ramazan bitip de
İslamî hayatı bitirmeyenlerin bayramıdır…
HEKİMOĞLU İSMAİL
16 Ağustos 2012
Karbonatın Marifetleri
Karbonat sadece hamuru kabartmakla kalmıyor:
- Yanmış tencereyi, yanmış fırın tepsisini vs. kolayca temizlemek için: Örneğin tencereye bir parmak kalınlığı kadar su doldurulur; bir paket kabartma tozu (ya da karbonat) ilave edilip, 10 dakika kadar kaynatılır. Yanmış yemek tortusu anında çözülecektir.
Çaydanlıklardaki, termoslardaki ve çiçek vazolarındaki lekeler kaynamış su ve karbonat karışımı ile kolaylıkla giderilir.
- Haftada bir dişler kabartma tozuyla (veya karbonatla) fırçalanırsa, dişler beyazlaşır. Burda dikkat edilmesi gereken husus, fırçalama işleminden sonra yarım saat boyunca asitli yiyecekler ve içecekler kullanılmaması.
- Karbonat, suyun sertliğine sebebiyet veren kalsiyum (Ca2+) ve magnezyum (Mg2+) iyonlarıyla tepkimeye girerek çökelti oluşturur ve suyun yumuşamasını sağlar. Yumuşatılan su daha sonra çökeltiden ayrıştırılır.
- Bakliyatlar ve sert sebzeler haşlanırken, haşlama suyuna karbonat eklenirse daha çabuk yumuşamaları sağlanır. Karbonatın bazik özelliği selülozun kabarmasına yardımcı olur.
- Karbonat yine bazik özelliği sayesinde istenmeyen kokuları nötrleştirir yani yok eder. Örneğin ağız kokusu, lavabo ve tuvaletlerdeki atık su akım yerleri, kokan ayakkabılar, buzdolabı gibi. Çünkü karbonat kokuları kendine bağlama özelliğine sahiptir.
- Lahana, karnabahar gibi sebzeler kükürtçe zengindirler. Bu kükürt, bu gibi sebzeler haşlanırken çözünür ve hoş olmayan kokuya sebebiyet verir. Bu tür sebzeleri haşlarken haşlama suyuna biraz karbonat eklemek istenmeyen kokuların oluşumunu azaltır. Bazik ortamda havadaki oksijen bu kükürt bileşenlerini yükseltger. Aynı zamanda karbonat bu tür sebzelerin gaz yapıcı özelliğini de azaltır.
- Deodorant yerine ve terlemiş ayaklar için ayak banyosunda kullanılır. Bu uygulama en fazla haftada bir yapılmalıdır.
- Böcek sokmasından sonra o bölgeye karbonatlı su ile pansuman uygulanırsa kaşıntıyı ve kabarmayı hemen azaltır. Genel olarak yarım litre suda bir kaşık karbonatla yapılan karışım kaşıntılara karşı iyi gelir. Güneş yanığına maruz kalan bölgelere de karbonatlı su faydalıdır, anında ağrı kesici özelliği vardır.
- Karbonat mide yanması için de kullanılır. Mide yanması, midenin gereginden fazla mide asiti salgılamasından kaynaklanır. Mide asitini azaltmak amacıyla anti asit olarak verildiğinde genel olarak vücudun fazla asidini yok eder. Karbonat asitle tepkimeye girerek midenin pH degerini artırır (yani asitligi azaltır). Tepkimede oluşan CO2 gazından dolayı geğirme olur. Bir çay kaşığının ucuyla aldığınız karbonatı bir bardak suyla yuttuğunuzda mide yanmasına karşı ilaç görevi görür. Mide ülseri olan kimseler karbonatı çok kullanırlarsa da her zaman doğru değildir.
- Eğer yemekler veya salatalar çok ekşili iseler karbonat katarak ekşiliği (asitlilği) azaltabilirsiniz.
- Gümüş eşyalar karbonatlı suyla ovularak parlatılır. Ancak önce eşyanın iç tarafını ovup denemeli.
- 3 kaşık karbonat 2 bardak sıcak suda çözülür; temiz bir bez bu suya batırılıp buzdolabının içi silinerek en inatçı kirler, hatta yüzeye yapışan yağlar bile kolayca çıkar. Rengi solan halıları karbonatlı su ile silerek canlandırmak mümkün.
- Beyaz çamaşırlar karbonatla yıkanırsa daha da beyaz olurlar.
- Kahveyi bir türlü köpüklü yapamayanlar, çok az bir miktar karbonatı cezvedeki karışıma eklemek suretiyle köpüklü kahve elde edebilirler.
- Taze çiçeklerin ömrünü uzatmak için vazo suyuna bir tutam karbonat atmak yeterli.
- Japon yapıştırıcılar ile (cyanoacrylate yapıştırıcı) yapıştıracağınız malzemelerin arasına karbonat dökerek yapışma işleminin daha sağlam olmasını sağlayabilir veya dolgu malzemesi olarak kullanabilirsiniz. (Hata yaparsanız bu yapıştırıcı aseton ile çözülebilir.)
tr.wikipedia.org
14 Ağustos 2012
Sultanlar zirvesi: Kadir Gecesi

Abdullah İbn-i Abbas'tan rivayet olunduğuna göre Efendimiz (sallallahü
aleyhi ve sellem):
"Dikkatinizi verin, dinleyin, size haber veriyorum
ki:
Meleklerin en faziletlisi Cebrâil'dir.
Beşerin en faziletlisi Hz.
Âdem'dir.
Günlerin en faziletlisi (efendisi) cuma günüdür.
Ayların en
faziletlisi Ramazan ayıdır.
Gecelerin en faziletlisi Kadir Gecesi'dir.
Kadınların en faziletlisi de Meryem binti İmrân'dır."
[Deylemî, Firdevs,
1/135 (475)] buyurmuşlardır.
***
Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa'fü anni..
Allah'ım sen affedicisin, affı seversin, beni/bizi affeyle..
Amin..
***
Hayırlı, mübarek olsun..
Dualar müşterek olsun inşAllah..
12 Ağustos 2012
Alınacak Derslere Bakalım..
“Benim
için temizlik, düzen çok önemli fakat kocam bunlara hiç dikkat etmiyor. Onun
dağınıklığı beni çok sinir ediyor.” dedi geçenlerde sohbet ettiğimiz bir hanım.
Pek çok kişinin buna benzer şikayetleri vardır.
En çok önemsediğimiz konularla
imtihandayız.

Hepimiz bir soruyuz ve birbirimizin
imtihanıyız. Birbirimizle kazanır birbirimizle kaybederiz. Birisi için ödülken
başka birisi için ceza olabiliriz. Birisi için kolay bir soru iken başka biri
için çözülmez problemizdir.
Çoğu zaman sevdiklerimizden imtihan
oluruz ya da en çok değer verdiklerimizden. Annemizden, en çok üzerine
düştüğümüz çocuğumuzdan, eşimizden, işimizden, övündüğümüz huyumuzdan,
korkularımızdan, sağlığımızdan, en sevdiklerimizden…Tabii onlarda bizimle
imtihandadır bu arada…
Dertler, sıkıntılar karşısında
“Rabbim bana bunları ben üzüleyim diye değil, ders alayım, olgunlaşayım diye
yaşatıyor, bu sıkıntıdan nasıl bir ders alıp kul olarak nasıl kazançlı
çıkabilirim.” diye bakmak yerine çoğu zaman suçlama ve şikayet modundayız.Kim bilir hangi kötü huyumuzdan
kurtulmak, kibrimizi kırmak, olmazsa olmaz zannettiklerimizi değiştirmek
içindir bu yaşadıklarımız.
Bazı imtihanlarımız günahlarımızın
kefaretidir. Kınamışızdır, büyük söylemişizdir, asla yapmam demişizdir, öyle
başımıza gelmiştir. Bu imtihanlar bizi terbiye etmek içindir. O zaman söylenmek
şikayet etmek yerine alınacak derslere bakmamız ve hatalarımızı düzeltmemiz
gerek.
Ben kendi adıma böyle yapmaya
çalışıyorum. Böyle yapınca da kimseyi suçlamıyorsunuz. Bir yaprak dahi
Rabbimizin izni olmadan yere düşmezken yaşadıklarımız Rabbimizin izni olmadan
gerçekleşebilir mi? Mümkün değil. İyilikse de kötülükse de getiren ellere
takılıyoruz, göndereni unutuyoruz.
Gelen kötülükse getiren el, cezasını
çekecektir ama bizi ilgilendiren tarafı bu değil, o kısım Yaradan’a havale.
Bizi ilgilendiren kısmı “Rabbim benim bunu yaşamamı istedi, bir hikmeti vardır,
ben bundan nasıl bir ders alabilirim?”
Bazı yaşadıklarımız şımarmış
nefsimizi terbiye içindir. “Neden ben? Niye bunları yaşıyorum? diye isyan için
kullanılan cümleler vardır. Bunları soru cümleleri olarak alsak ve cevapları
bulmaya çalışsak imtihanı kazanmaya başlamışız demektir.
Ve en önemlisi şikayetleri ve
keşkeleri çıkarmalıyız hayatımızdan. O şehre gitmen gerekiyordu, o kadınla
evlenmen gerekiyordu, boşanman gerekiyordu, babanın o sözü söylemesi lazımdı,
arkadaşından bunları duyman gerekiyordu, onunla orda karşılaşman
lazımdı…Şartları, zamanı, insanları suçlamayı bırak. İmtihandaydın ya kazandın
ya kaybettin.
İmtihan devam ediyorsa dur,
nefes al ve imtihanı kaybetmemeye bak. Hem sıkıntıyı çekmek hem de şikayet
ederek imtihanı kaybetmek çift kat zarardır.
Her yaşadığımız bir hikaye ve her
hikayeden alınacak dersler vardır. Ders almayanlar benzer hikayeleri tekrar
tekrar yaşamak zorunda kalırlar genellikle.Kaygılanmak, söylenmek, şikayet
etmek imtihanı uzaklaştırmaz tam aksi artırır.
Sınandığımız konular dünyalıksa gevşemeyi, ahiret işiyse daha sıkı
sarılmayı öğrenmemiz lazım. Bırakın ev biraz dağınık olsun, çocuğunuz sınavdan
düşük not almış olsun, karınız sarışın olmayıversin…Takılmayın. Germeyin ve
gerilmeyin. Şükür ve sabır gibi iki dosta sarılırsak hem kendimize hem
başkalarına hayatı kolaylaştırmış oluruz. İmtihanı hem dünya hem ahiret için
kazanmış oluruz.
Sema Maraşlı
7 Ağustos 2012
3 Ağustos 2012
Cuma günüdür..
" İçerisinde güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür!.. "
Hadis-i Şerif

"Allah'ım!
Biz, Senin Müslüman kulların, mahzun ve kederli olarak
huzuruna geldik.
Senden sıkıntılarımızı gidermeni, gam ve hüznümüzü de
izale buyurmanı dileniyoruz.. dileniyoruz zira Sen kapına koşanları
hiçbir zaman eli boş geri çevirmezsin.
Gelip başımıza çöreklenen her
türlü üzüntü, tasa, keder, sıkışıklık hallerinden kurtulmamız için bize
nezdinden bir fereç ve mahreç, bir çıkış yolu gönder.
Amin.. "
Hayırlı cumalar, hayırlı iftarlar :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)